Post by Beatrice Brunsvold on Aug 12, 2011 18:11:15 GMT 3
Kaan, 4-5 yıl.
Cygnus.
Gümüşi ayın güneşten aldığı ışık yeryüzünü aydınlatmaya yetmezken, kapkara cübbesi ve yağlı gözüken saçlarıyla bir yarasayı andıran büyücünün evinde küçük bir kız sesi malikanenin en kuytu köşesine bile neşe saçıyordu. Çocuk, hiç bilmediği anne sevgisine ve sürekli altında ezildiği ağır disipline rağmen bakıcısıyla oynarken hayattan öyle uzaklaşıyordu ki, kendisini her akşam vakti izleyen babasının farkında bile olmuyordu. Seneler boyu kuvvetli bir sevgiyle bağlanmış olduğu eşi Beatrice'i aydınlık düşkünü seherbazların karanlık ellerine kurban verdikten sonra kızına bir gün dahi olsa bile sarılamamış baba denilen o adam, her gün aynı saatte tabularını kırıp çocuğuna sarılmak için merdivenlerin başına kadar gelir ve daha ilk basamakta umutsuzca kalakalırdı. Kendi hayatından bile daha çok değer verdiği bütün insanları sonbaharda yapraklarını döken bir ağaç misali teker teker kaybeden Vilmos, kendisini kapalı bir kutuya çeviren bütün bu karanlık anılarının ardından etrafındakiler tarafından sürekli acımasızca eleştirilmiş, gaddarlık ve duygusuzlukla sonu gelmek bilmeyen bir şekilde riyakarca suçlanmıştı. Karısına sahip bile çıkamadı, şimdi utanmadan kızına işkence ediyor. Yüzsüzün teki, hem de bir melez! Bir melez! Koyu kahverengi gözleri donukluğunu hiç kaybetmeyip beynine bir hançer gibi saplanan cümleler kafasında türlü yankılar yapmaya devam ederken, yavaş yavaş merdivenleri inmeye başlamıştı büyücü. Odaya son adımını atar atmaz salondaki neşe dolu çocuk kahkahaları derin bir sükunetin esiri olup evi terketti. Suspus olan bakıcıya el hareketiyle odadan çıkmasını emrederken, bakışlarını Abbey'e çevirdi. Adamın ağzını açmasıyla kapaması bir olurken, kızın yeşil gözlerine bakarak konuşamadığı için süratle arkasını döndü ve saklamak konusunda ustalaştığı duygularını belli etmemeye uğraşarak konuşmaya çalıştı. "Bu saatte yatman gerektiğini bilmene rağmen odama kadar gelen bu seslerin nedeni nedir sorabilir miyim? Birkaç ay sonra büyücü okuluna gideceksin ve her zaman eğlenemeyeceğini erkenden öğrenmen gerekiyor. Şimdi odana çıkıp uyuyabilirsin." Göz bebekleri belirli bir noktaya çakılıp kalmışken, yanından geçen kızının cüssesi kadar hafif rüzgarını hissettiğinde acıyla gözlerini kapadı. Kafasını yastığa koyduğu her gece kaybetmekten korktuğu kendi canından bu parçayı sürekli düşünmesine rağmen ona olan sevgisini göstermemeliydi, onu kendine bağlamamalıydı. Gözlerinden süzülen bir damla yaşı çabucak silerek ilk bulduğu sandalyeye attı kendini tutunacak bir dal ararmışcasına.
Binbir çeşit hatıra kafasında dans etmeye devam ederken dakikalar geçmesine rağmen uykusuz gözlerle halen aynı noktaya bakan büyücü, oturduğu yerden kalkıp sonsuz bir uykuya dalmak istermiş gibi odasına yollanmışken gürültülü bir patlama sesi bütün evi sarstı. Akabinde Vilmos hemen asasına davranırken, toz dumanın ardından çıkan birkaç tanıdık çehre giderek belirginleşiyordu. Beatrice'in seherbazlığı bıraktıktan sonra haydut olmuş iki erkek kardeşi, öfkeyle bağırarak gördükleri her yeri havaya uçuruyorlardı. "Avada kedavra!" Ne için geldiklerini gayet iyi bilen Vilmos endişeyle ölümcül laneti karanlığın içine doğru savururken herhangi birini bu hayattan koparıp yok etmesini dilemişti. Umduklarının boşa çıkacağını bilmekle yine yanılmayan büyücü, iki kardeşten kendisine yöneltilen büyüleri çaresizce savuşturmaya çalıştı. "Bir meleze, kardeşimin hayatını koruyamamış bir meleze yeğenimi bırakmam. Bombarda maxima!" Ortanca kardeşin asasından çıkan büyünün duvarı havaya uçurmasıyla Vilmos bendinden taşan bir nehir gibi ileri savruldu. Yere yığılıp kaldığında görebildiği tek şey dört tane ayağın teker teker merdivenleri çıkıyor olmasıydı. İzin veremem, Abbey, Abbey... Bastırılmasına rağmen sessizliği delip geçen çığlık sesleri, kırılan cam objeler, tahta zemine düşen bir çift çocuk ayakkabısı... Kulaklarında yankı yapan sesler vücuduna acı verirken, gözlerinden akan yaşları durdurmaya çalışarak çaresizce ayağa kalkmaya çabaladı. Merdivenlerden indiklerinde diğerinden daha iri yarı olan kardeşin kucağında babasını görür görmez ona elini uzatmaya çalışan küçük kız inleyerek kurtulmaya çalışıyordu. Beatrice... Arkasında elinden fırlayan asasının yere düştüğündeki sesi; umutsuzca kızına ulaşmak için çırpınarak haykırıyordu gözyaşları içerisinde. Dakikalar önce tuzla buz olmuş kapıdan dışarı çıkan kardeşlerin arkasından kahrolarak yere yığılan Vilmos, vücudunu ele geçiren acının ve bitkinliğin etkisinde son kez elini uzağa doğru uzatmaya çalıştı. Havada birkaç saniye titreyerek duran eli çaresizce yere düşerken her şey yavaş yavaş kararıyordu susturulamayan çığlıkların eşliğinde... Umursamazca fırlatılmış bir paçavra gibi yere serilmiş Vilmos'un gözleri kızının gittikçe silikleşen çehresinde kalakalmıştı. Beatrice'i ikinci kez kaybediyordu...
1988, Aralık
Tozu dumana katan rüzgarın eşliğinde pelerini uçuşurken, donuk suratlı büyücü karanlık sokağın içerisinde hızlıca ilerliyordu. Gözüne çarpan yılbaşı süslemelerini içten içe sökmek isterken, bu yılın kendisine nasıl bir şeyler hazırladığını dalga geçercesine merak ediyordu. On yıl önce eşinin ardından kızını da ellerinin arasından kayıp düşürmesiyle beraber kendini 'tamamen' karanlığa adamış bir adam olup çıkmıştı. Seneler önce öğrenmişti bu hayatta yapayalnız olduğunu, seneler önce öğrenmişti bir şeyler beklememesi gerektiğini. Bütün yapraklarını kaybetmiş kel bir ağaca döndürmüştü onu zaman, bir yandan da kökünü ve gövdesini kuvvetlendirirken. Birkaç yıl önce, kaybettiği kızını karış karış arayan o aciz Vilmos, şimdi Lord Voldemort'un 'gölgesi' altında tekrardan yeşermeye çalışıyordu. Yeni yıllar, yepyeni aylar ona lordunun emirlerinden başka hiçbir şey getiremezdi artık. Ne bir sevinç, ne de bir umut... En azından o öyle sanıyordu. Kepenk indirmiş birkaç eski püskü dükkanı geçerek kar fırtınasında yoluna devam etmeye çalışırken hızla geçtiği anlam verilmesi zor bir yükselti, aniden duraksamasına neden oldu. Arkasını yavaşça döndüğünde tipiden bembeyaz olmuş o yükseltinin aslında bir cadının vücudu olduğunu anladı. Sevdiklerini kaybettiğinden beri insan hayatına değer vermeye başlamıştı, bu yüzden kızın yüzünü temizleyip yaşayıp yaşamadığını kontrol etti. Bazılarının halen bir 'umudu' olduğunu anladığında, kızın buz gibi olmuş elini tutarak oradan cisimlendi. Geldikleri yer tekrardan inşaa ettirdiği eski malikanesiydi, kızı ölüm yiyenin kucağına verip kanepeye uzatmasını emretti. Bir ceset kadar pislenmiş suratına rağmen cadı, Abbey kadar güzel ve Beatrice kadar masum duruyordu. Aslında onu buraya neden getirdiğine anlam veremiyordu, hayatını adadığı iki cadının çehresine uzun süredir aç kaldığı için olabilirdi belki de... Elini kızın saçları üzerinde gezdirdiğini farkeden Vilmos, kendini hemen geri çekerken yavaş yavaş uyanan kız için masanın üzerine sihirle bir şeyler hazırladı. Ayağa kalktı. "Korkma, burada güvendesin. Önce şurdakilerle karnını doyurduktan sonra yukarda duş alabilirsin. Tipide sokakta duracak kadar çaresiz olduğuna göre bir hikayen de olmalı, ismin?" Cadının önce şoku atlatmasını beklediği için hemen yanıt almayı beklemiyordu, olayların bu kadar hızlı gelişmesine kendi bile anlam veremezken yepyeni bir ortamla karşı karşıya kalan birinden konuşmasını beklemek garip olurdu ne de olsa.[/size][/ul]
Cygnus.
Gümüşi ayın güneşten aldığı ışık yeryüzünü aydınlatmaya yetmezken, kapkara cübbesi ve yağlı gözüken saçlarıyla bir yarasayı andıran büyücünün evinde küçük bir kız sesi malikanenin en kuytu köşesine bile neşe saçıyordu. Çocuk, hiç bilmediği anne sevgisine ve sürekli altında ezildiği ağır disipline rağmen bakıcısıyla oynarken hayattan öyle uzaklaşıyordu ki, kendisini her akşam vakti izleyen babasının farkında bile olmuyordu. Seneler boyu kuvvetli bir sevgiyle bağlanmış olduğu eşi Beatrice'i aydınlık düşkünü seherbazların karanlık ellerine kurban verdikten sonra kızına bir gün dahi olsa bile sarılamamış baba denilen o adam, her gün aynı saatte tabularını kırıp çocuğuna sarılmak için merdivenlerin başına kadar gelir ve daha ilk basamakta umutsuzca kalakalırdı. Kendi hayatından bile daha çok değer verdiği bütün insanları sonbaharda yapraklarını döken bir ağaç misali teker teker kaybeden Vilmos, kendisini kapalı bir kutuya çeviren bütün bu karanlık anılarının ardından etrafındakiler tarafından sürekli acımasızca eleştirilmiş, gaddarlık ve duygusuzlukla sonu gelmek bilmeyen bir şekilde riyakarca suçlanmıştı. Karısına sahip bile çıkamadı, şimdi utanmadan kızına işkence ediyor. Yüzsüzün teki, hem de bir melez! Bir melez! Koyu kahverengi gözleri donukluğunu hiç kaybetmeyip beynine bir hançer gibi saplanan cümleler kafasında türlü yankılar yapmaya devam ederken, yavaş yavaş merdivenleri inmeye başlamıştı büyücü. Odaya son adımını atar atmaz salondaki neşe dolu çocuk kahkahaları derin bir sükunetin esiri olup evi terketti. Suspus olan bakıcıya el hareketiyle odadan çıkmasını emrederken, bakışlarını Abbey'e çevirdi. Adamın ağzını açmasıyla kapaması bir olurken, kızın yeşil gözlerine bakarak konuşamadığı için süratle arkasını döndü ve saklamak konusunda ustalaştığı duygularını belli etmemeye uğraşarak konuşmaya çalıştı. "Bu saatte yatman gerektiğini bilmene rağmen odama kadar gelen bu seslerin nedeni nedir sorabilir miyim? Birkaç ay sonra büyücü okuluna gideceksin ve her zaman eğlenemeyeceğini erkenden öğrenmen gerekiyor. Şimdi odana çıkıp uyuyabilirsin." Göz bebekleri belirli bir noktaya çakılıp kalmışken, yanından geçen kızının cüssesi kadar hafif rüzgarını hissettiğinde acıyla gözlerini kapadı. Kafasını yastığa koyduğu her gece kaybetmekten korktuğu kendi canından bu parçayı sürekli düşünmesine rağmen ona olan sevgisini göstermemeliydi, onu kendine bağlamamalıydı. Gözlerinden süzülen bir damla yaşı çabucak silerek ilk bulduğu sandalyeye attı kendini tutunacak bir dal ararmışcasına.
Binbir çeşit hatıra kafasında dans etmeye devam ederken dakikalar geçmesine rağmen uykusuz gözlerle halen aynı noktaya bakan büyücü, oturduğu yerden kalkıp sonsuz bir uykuya dalmak istermiş gibi odasına yollanmışken gürültülü bir patlama sesi bütün evi sarstı. Akabinde Vilmos hemen asasına davranırken, toz dumanın ardından çıkan birkaç tanıdık çehre giderek belirginleşiyordu. Beatrice'in seherbazlığı bıraktıktan sonra haydut olmuş iki erkek kardeşi, öfkeyle bağırarak gördükleri her yeri havaya uçuruyorlardı. "Avada kedavra!" Ne için geldiklerini gayet iyi bilen Vilmos endişeyle ölümcül laneti karanlığın içine doğru savururken herhangi birini bu hayattan koparıp yok etmesini dilemişti. Umduklarının boşa çıkacağını bilmekle yine yanılmayan büyücü, iki kardeşten kendisine yöneltilen büyüleri çaresizce savuşturmaya çalıştı. "Bir meleze, kardeşimin hayatını koruyamamış bir meleze yeğenimi bırakmam. Bombarda maxima!" Ortanca kardeşin asasından çıkan büyünün duvarı havaya uçurmasıyla Vilmos bendinden taşan bir nehir gibi ileri savruldu. Yere yığılıp kaldığında görebildiği tek şey dört tane ayağın teker teker merdivenleri çıkıyor olmasıydı. İzin veremem, Abbey, Abbey... Bastırılmasına rağmen sessizliği delip geçen çığlık sesleri, kırılan cam objeler, tahta zemine düşen bir çift çocuk ayakkabısı... Kulaklarında yankı yapan sesler vücuduna acı verirken, gözlerinden akan yaşları durdurmaya çalışarak çaresizce ayağa kalkmaya çabaladı. Merdivenlerden indiklerinde diğerinden daha iri yarı olan kardeşin kucağında babasını görür görmez ona elini uzatmaya çalışan küçük kız inleyerek kurtulmaya çalışıyordu. Beatrice... Arkasında elinden fırlayan asasının yere düştüğündeki sesi; umutsuzca kızına ulaşmak için çırpınarak haykırıyordu gözyaşları içerisinde. Dakikalar önce tuzla buz olmuş kapıdan dışarı çıkan kardeşlerin arkasından kahrolarak yere yığılan Vilmos, vücudunu ele geçiren acının ve bitkinliğin etkisinde son kez elini uzağa doğru uzatmaya çalıştı. Havada birkaç saniye titreyerek duran eli çaresizce yere düşerken her şey yavaş yavaş kararıyordu susturulamayan çığlıkların eşliğinde... Umursamazca fırlatılmış bir paçavra gibi yere serilmiş Vilmos'un gözleri kızının gittikçe silikleşen çehresinde kalakalmıştı. Beatrice'i ikinci kez kaybediyordu...
1988, Aralık
Tozu dumana katan rüzgarın eşliğinde pelerini uçuşurken, donuk suratlı büyücü karanlık sokağın içerisinde hızlıca ilerliyordu. Gözüne çarpan yılbaşı süslemelerini içten içe sökmek isterken, bu yılın kendisine nasıl bir şeyler hazırladığını dalga geçercesine merak ediyordu. On yıl önce eşinin ardından kızını da ellerinin arasından kayıp düşürmesiyle beraber kendini 'tamamen' karanlığa adamış bir adam olup çıkmıştı. Seneler önce öğrenmişti bu hayatta yapayalnız olduğunu, seneler önce öğrenmişti bir şeyler beklememesi gerektiğini. Bütün yapraklarını kaybetmiş kel bir ağaca döndürmüştü onu zaman, bir yandan da kökünü ve gövdesini kuvvetlendirirken. Birkaç yıl önce, kaybettiği kızını karış karış arayan o aciz Vilmos, şimdi Lord Voldemort'un 'gölgesi' altında tekrardan yeşermeye çalışıyordu. Yeni yıllar, yepyeni aylar ona lordunun emirlerinden başka hiçbir şey getiremezdi artık. Ne bir sevinç, ne de bir umut... En azından o öyle sanıyordu. Kepenk indirmiş birkaç eski püskü dükkanı geçerek kar fırtınasında yoluna devam etmeye çalışırken hızla geçtiği anlam verilmesi zor bir yükselti, aniden duraksamasına neden oldu. Arkasını yavaşça döndüğünde tipiden bembeyaz olmuş o yükseltinin aslında bir cadının vücudu olduğunu anladı. Sevdiklerini kaybettiğinden beri insan hayatına değer vermeye başlamıştı, bu yüzden kızın yüzünü temizleyip yaşayıp yaşamadığını kontrol etti. Bazılarının halen bir 'umudu' olduğunu anladığında, kızın buz gibi olmuş elini tutarak oradan cisimlendi. Geldikleri yer tekrardan inşaa ettirdiği eski malikanesiydi, kızı ölüm yiyenin kucağına verip kanepeye uzatmasını emretti. Bir ceset kadar pislenmiş suratına rağmen cadı, Abbey kadar güzel ve Beatrice kadar masum duruyordu. Aslında onu buraya neden getirdiğine anlam veremiyordu, hayatını adadığı iki cadının çehresine uzun süredir aç kaldığı için olabilirdi belki de... Elini kızın saçları üzerinde gezdirdiğini farkeden Vilmos, kendini hemen geri çekerken yavaş yavaş uyanan kız için masanın üzerine sihirle bir şeyler hazırladı. Ayağa kalktı. "Korkma, burada güvendesin. Önce şurdakilerle karnını doyurduktan sonra yukarda duş alabilirsin. Tipide sokakta duracak kadar çaresiz olduğuna göre bir hikayen de olmalı, ismin?" Cadının önce şoku atlatmasını beklediği için hemen yanıt almayı beklemiyordu, olayların bu kadar hızlı gelişmesine kendi bile anlam veremezken yepyeni bir ortamla karşı karşıya kalan birinden konuşmasını beklemek garip olurdu ne de olsa.[/size][/ul]