Post by Borislav Stamboliev on Aug 5, 2011 18:55:19 GMT 3
Borislav, 4-5 yıl.
Yurrovid, suxaccio.
Özenle süslenmiş toplantı salonundaki büyük pencerelerden giren güneş ışınlarının giderek azalmasıyla birlikte, kürsüde ikiyüzlü bir çehre belirginleşiyordu. Gryffindor'dan birkaç sene önce mezun olmuş bu sarışın gencin, önemsiz bir hastalık kadar çabuk geçmesi muhtemel olan bir hevesle dünyanın bazı güçlerini ele geçirmek istemesi, insanların aklını çorba etmiş bir "maceranın" başlamasına neden olmuştu. Eski zamanlarda kendini gönüllü bir palyaço misali insanları eğlendirmeye adamış o aslan çocuğun, şimdi güçten başka hiçbir şeyi gözü görmeyen kör bir yılana dönüşmesi evrimin son kanıtıydı belki de. Siyasetin yalnız başına yapılamayacağını bilmesine rağmen, bir bıçak kadar keskin engelleri çıplak bir gövdeyle geçemeyeceğini halen akıl edememiş olan Adolf, yağmur sonrası yapraklar üzerinde görünen çiğ taneleri kadar taze ve gençti her şey için. Bu yüzden, kurmuş olduğu partinin her üyesinin sadece kendisine hizmet etmesini istemesi, sınavına hiçbir zaman çalışmamış tembel bir öğrencinin iyi not beklemesi kadar saçmaydı. Ayrıca, diğerlerinin farkedemediğini sandığı o sahtekar kimliği aslında bir kabak gibi ortada olmasına rağmen, kendi içinden kölelerim diyerek küstahça hitap ettiği parti üyelerine beyhude oyunlar oynama çalışıyordu tıpkı haylazlık yapmadan önce olayın sonunun nasıl biteceğini düşünmeyen bir afacan çocuk gibi. Uluslararası güç bahanesiyle kurulan UBBP'nin yakın zamanda sadece kurucusunun milletine itaat edecek olduğunun farkında olan partideki bütün büyücü ve cadılar, gençlik hevesiyle oluşmuş bu boş maceraya son vermek için sükunetle kürsüdeki şaklabanı dinliyorlardı. Bir yandan da az sonra kopacak olan kıyamet kendini her türlü hissettirmeye başlamıştı, salondaki aydınlık gitgide azalıyor ve ortalığa anlam verilmesi güç bir kasvet çöküyordu yavaş yavaş. İnsanların sessizliği Adolf'un gülünç bir şekilde kalınlaştırmaya çalıştığı ses tonuyla garip bir tezat oluştururken, ahşap sandalyelerde oturan büyücülerin yüzlerindeki ifadeler birbirlerine dedikoducu cadılar gibi olacakları fısıldıyordu sanki. Dışardaki rüzgar ise beyaz bayrağı çekmiş, insanın içini boşluğa düşüren gökyüzündeki bulutlar da güneşi korumak istermiş gibi dev yıldızın önüne duvar olmuştu.
Salonda yankılanan ses tonu, zaman geçtikçe üyelere bir hançer misali saplanmaya başlıyordu. Uykuya dalmak isterken kulağın dibine gelerek ötmeye başlayan bir sivrisinek gibi dinlenmek istenmiyordu artık genç adam. Zaten Adolf'un konuşmasındaki hava gittikçe bir diktatörü andırmaya başlamış, başlangıçtaki -yalandan bile olsa- o iyiliksever hitap edişi resmen nefret dolu bir kükreyişe dönüşmüştü. Kürsüdeki sarışın genç yine başka bir konuya atlamıştı ki uzun süredir beklenen o keskin isyan çığlığı bütün salonu yarıp geçmişti. "YETEEEEEEEEEER! Artık dinlenmek istemiyorsun genç oğlan, AVADA KEDAVRA!" Bir İngiliz'in yaptığı ölümcül lanetin duyulmasıyla birlikte bir kesim büyücü çığlık atmaya, bir fare sürüsü gibi oradan oraya koşmaya başladı. Asadan çıkan yeşil ışık süratle kürsüye doğru giderek onu havaya uçurdu bir yıldırım misali. Hemen asasına davranan Adolf, çoğunluğun her şeyin farkında olduğunu sonunda farketmiş ve altına etmeye hazır bir korkaklıkla, kandırdığı yandaşlarının diğerleriyle birbirine girmesini fırsat bilip çıkışa doğru yönelmişti ki kapı bir anda havaya uçtu. Tüm zamanların en güçlü siyasi partisi olan EBP'nin yaşlı üyeleri, hiç beklenmeyen bir şekilde baskına gelmişti. "Her şey bitti, sen ve o macera meraklısı genç arkadaşların siyaseti emellerinize alet edemeyeceksiniz. Bombarda Maxima!" Bütün pencereler, camlar teker teker kulakları tırmalayan büyük bir gürültüyle patladı. Tahta parçaları, çeşit çeşit camlar, masalar, asalardan çıkan lanetler bir kuş gibi havada uçuyordu. Duvarlar dayanamayıp dökülmeye başlamıştı tavan çökmeye yüz tutmuşken. Yeşil ışığın çarptığı gövdeler yavaş yavaş yere düşerken salon rengarenk bir mahşer yerini andırıyordu. Adolf'un mavi gözleri cesetlerle buluştukça genç adamın içini pişmanlık yiyip bitiriyor, lanet yemesine gerek kalmadan kuvvetli bir acı çekiyordu. Yiğitçe ölmeyi bile başaramayan korkak herif, pişmanlıkla tıslaya tıslaya ağlıyordu şimdi. Cehennem yerinde insanlar birbirini katletmeye devam ederken kirlenmiş elleriyle gözyaşlarını hızlıca silen sarışın adam, o uğruna her şeyi mahvettiği gücünü tekrar toparlamaya çalışarak kısa bir süre önce patlamış olan kapıdan dışarı çıkmıştı korkunun da verdiği süratle.
Bahçeye çıktığında, karanlığın esir aldığı gökyüzünün ve artık ortadan tamamen kaybolmuş güneşin altında yere çöktü teslim olmuş bir zavallı gibi. Akşamın serinliğinde soğuk bir rüzgar kendini tekrar göstermeye başlamışken Adolf'un içini cehennem ateşi yakıp kavuruyordu. Her şey ellerinden teker teker su gibi kayıp gitmişti şimdi. Artık iğrenç bir yaratık gibi dövünüyor, inleyerek ağlıyordu. Tam ayağa kalkıp kendini öldürmeye hazırlanacaktı ki -ama bunu yapamayacağı kesindi- hıçkırıkları çok tanıdık bir büyücü sesiyle kesildi. "Şimdi ayağa kalk ve mezun olduğun binanın hakkını ver." Gözleri irice açılan Adolf, titreyerek doğruldu ve bir dilenciyi andıran yüzünü sese doğru çevirdi. Çehresi, karşısındakinin babası olduğunu görmesiyle birlikte dehşete düşmüştü. "B-b-baba... Lütfen..." Bir gün kendisine doğrultulan asanın uzun süredir görmediği, birkaç yıl önce terkettiği babasının olacağını bilseydi... "Soyumuzu... kirletmene... daha fazla... hakkın yok, oğlum. Avada kedavra!" Adamın gözünden bir damla yaş süzülürken asadan çıkan yeşil ışık Adolf'a çarptı. Sarışın adam bendinden taşan bir nehir gibi savruldu ve cansız bedeni çaresizce yere düştü. Oğluna bakakalan adam acıyla inleyerek yere çöktü ve yüzünü elleri arasına alarak ağlamaya başladı. Bina pencerelerinden renkli ışıklar dışarıya vurmaya devam ederken bahçedeki hayat durmuş ve karanlık her yeri esir almıştı artık.
Yurrovid, suxaccio.
Özenle süslenmiş toplantı salonundaki büyük pencerelerden giren güneş ışınlarının giderek azalmasıyla birlikte, kürsüde ikiyüzlü bir çehre belirginleşiyordu. Gryffindor'dan birkaç sene önce mezun olmuş bu sarışın gencin, önemsiz bir hastalık kadar çabuk geçmesi muhtemel olan bir hevesle dünyanın bazı güçlerini ele geçirmek istemesi, insanların aklını çorba etmiş bir "maceranın" başlamasına neden olmuştu. Eski zamanlarda kendini gönüllü bir palyaço misali insanları eğlendirmeye adamış o aslan çocuğun, şimdi güçten başka hiçbir şeyi gözü görmeyen kör bir yılana dönüşmesi evrimin son kanıtıydı belki de. Siyasetin yalnız başına yapılamayacağını bilmesine rağmen, bir bıçak kadar keskin engelleri çıplak bir gövdeyle geçemeyeceğini halen akıl edememiş olan Adolf, yağmur sonrası yapraklar üzerinde görünen çiğ taneleri kadar taze ve gençti her şey için. Bu yüzden, kurmuş olduğu partinin her üyesinin sadece kendisine hizmet etmesini istemesi, sınavına hiçbir zaman çalışmamış tembel bir öğrencinin iyi not beklemesi kadar saçmaydı. Ayrıca, diğerlerinin farkedemediğini sandığı o sahtekar kimliği aslında bir kabak gibi ortada olmasına rağmen, kendi içinden kölelerim diyerek küstahça hitap ettiği parti üyelerine beyhude oyunlar oynama çalışıyordu tıpkı haylazlık yapmadan önce olayın sonunun nasıl biteceğini düşünmeyen bir afacan çocuk gibi. Uluslararası güç bahanesiyle kurulan UBBP'nin yakın zamanda sadece kurucusunun milletine itaat edecek olduğunun farkında olan partideki bütün büyücü ve cadılar, gençlik hevesiyle oluşmuş bu boş maceraya son vermek için sükunetle kürsüdeki şaklabanı dinliyorlardı. Bir yandan da az sonra kopacak olan kıyamet kendini her türlü hissettirmeye başlamıştı, salondaki aydınlık gitgide azalıyor ve ortalığa anlam verilmesi güç bir kasvet çöküyordu yavaş yavaş. İnsanların sessizliği Adolf'un gülünç bir şekilde kalınlaştırmaya çalıştığı ses tonuyla garip bir tezat oluştururken, ahşap sandalyelerde oturan büyücülerin yüzlerindeki ifadeler birbirlerine dedikoducu cadılar gibi olacakları fısıldıyordu sanki. Dışardaki rüzgar ise beyaz bayrağı çekmiş, insanın içini boşluğa düşüren gökyüzündeki bulutlar da güneşi korumak istermiş gibi dev yıldızın önüne duvar olmuştu.
Salonda yankılanan ses tonu, zaman geçtikçe üyelere bir hançer misali saplanmaya başlıyordu. Uykuya dalmak isterken kulağın dibine gelerek ötmeye başlayan bir sivrisinek gibi dinlenmek istenmiyordu artık genç adam. Zaten Adolf'un konuşmasındaki hava gittikçe bir diktatörü andırmaya başlamış, başlangıçtaki -yalandan bile olsa- o iyiliksever hitap edişi resmen nefret dolu bir kükreyişe dönüşmüştü. Kürsüdeki sarışın genç yine başka bir konuya atlamıştı ki uzun süredir beklenen o keskin isyan çığlığı bütün salonu yarıp geçmişti. "YETEEEEEEEEEER! Artık dinlenmek istemiyorsun genç oğlan, AVADA KEDAVRA!" Bir İngiliz'in yaptığı ölümcül lanetin duyulmasıyla birlikte bir kesim büyücü çığlık atmaya, bir fare sürüsü gibi oradan oraya koşmaya başladı. Asadan çıkan yeşil ışık süratle kürsüye doğru giderek onu havaya uçurdu bir yıldırım misali. Hemen asasına davranan Adolf, çoğunluğun her şeyin farkında olduğunu sonunda farketmiş ve altına etmeye hazır bir korkaklıkla, kandırdığı yandaşlarının diğerleriyle birbirine girmesini fırsat bilip çıkışa doğru yönelmişti ki kapı bir anda havaya uçtu. Tüm zamanların en güçlü siyasi partisi olan EBP'nin yaşlı üyeleri, hiç beklenmeyen bir şekilde baskına gelmişti. "Her şey bitti, sen ve o macera meraklısı genç arkadaşların siyaseti emellerinize alet edemeyeceksiniz. Bombarda Maxima!" Bütün pencereler, camlar teker teker kulakları tırmalayan büyük bir gürültüyle patladı. Tahta parçaları, çeşit çeşit camlar, masalar, asalardan çıkan lanetler bir kuş gibi havada uçuyordu. Duvarlar dayanamayıp dökülmeye başlamıştı tavan çökmeye yüz tutmuşken. Yeşil ışığın çarptığı gövdeler yavaş yavaş yere düşerken salon rengarenk bir mahşer yerini andırıyordu. Adolf'un mavi gözleri cesetlerle buluştukça genç adamın içini pişmanlık yiyip bitiriyor, lanet yemesine gerek kalmadan kuvvetli bir acı çekiyordu. Yiğitçe ölmeyi bile başaramayan korkak herif, pişmanlıkla tıslaya tıslaya ağlıyordu şimdi. Cehennem yerinde insanlar birbirini katletmeye devam ederken kirlenmiş elleriyle gözyaşlarını hızlıca silen sarışın adam, o uğruna her şeyi mahvettiği gücünü tekrar toparlamaya çalışarak kısa bir süre önce patlamış olan kapıdan dışarı çıkmıştı korkunun da verdiği süratle.
Bahçeye çıktığında, karanlığın esir aldığı gökyüzünün ve artık ortadan tamamen kaybolmuş güneşin altında yere çöktü teslim olmuş bir zavallı gibi. Akşamın serinliğinde soğuk bir rüzgar kendini tekrar göstermeye başlamışken Adolf'un içini cehennem ateşi yakıp kavuruyordu. Her şey ellerinden teker teker su gibi kayıp gitmişti şimdi. Artık iğrenç bir yaratık gibi dövünüyor, inleyerek ağlıyordu. Tam ayağa kalkıp kendini öldürmeye hazırlanacaktı ki -ama bunu yapamayacağı kesindi- hıçkırıkları çok tanıdık bir büyücü sesiyle kesildi. "Şimdi ayağa kalk ve mezun olduğun binanın hakkını ver." Gözleri irice açılan Adolf, titreyerek doğruldu ve bir dilenciyi andıran yüzünü sese doğru çevirdi. Çehresi, karşısındakinin babası olduğunu görmesiyle birlikte dehşete düşmüştü. "B-b-baba... Lütfen..." Bir gün kendisine doğrultulan asanın uzun süredir görmediği, birkaç yıl önce terkettiği babasının olacağını bilseydi... "Soyumuzu... kirletmene... daha fazla... hakkın yok, oğlum. Avada kedavra!" Adamın gözünden bir damla yaş süzülürken asadan çıkan yeşil ışık Adolf'a çarptı. Sarışın adam bendinden taşan bir nehir gibi savruldu ve cansız bedeni çaresizce yere düştü. Oğluna bakakalan adam acıyla inleyerek yere çöktü ve yüzünü elleri arasına alarak ağlamaya başladı. Bina pencerelerinden renkli ışıklar dışarıya vurmaya devam ederken bahçedeki hayat durmuş ve karanlık her yeri esir almıştı artık.