|
İmge
Jul 26, 2011 14:01:00 GMT 3
Post by Ksenia Alkaev on Jul 26, 2011 14:01:00 GMT 3
O gün, hayatının en berbat gününü geçiriyordu Ksenia. Tüm gün boyunca o kadar çok şey yapmak zorunda kalmıştı ki artık hareket dahi etmek istemiyordu. Sıcak bir duş aldı yatağına girmeden önce. Saçlarını kurutmaya bile hali kalmamış olmasına karşın yatağına uzandı ve kafasını cama doğru çevirdi. Bulutsuz bir geceydi. Ay, tüm görkemiyle parıldıyordu gökyüzünde. İçinde bir huzursuzluk vardı. O gün yaşadığı şeylerden kaynaklanıyor olabilirdi ama emin olamıyordu. Dışarıda hiçbir ses olmadığını fark etti. Ne bir rüzgar, ne de başka bir şey vardı. Fazla önemsememeye çalışsa da içinden bir ses bunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu söylüyordu. Gözlerini camdan ayırdı ve sırtüstü uzandı. Başındaki ve vücudundaki ağrıları düşünmemeye çalışıyordu. Tavanı izlerken aklından binlerce düşünce akıp geçiyordu. Gözkapaklarının ağırlaştığını hissetti, oysa Ksenia yorgunluktan ölecek olmasına rağmen hala uyumamakta direniyordu. Dudaklarında, annesinin uyumadan önce söylediği şarkıyı mırıldanarak uykuya daldı.
Ormanın derinliklerine doğru sürükleniyordu elinde olmadan. Nereye doğru gittiğini bilmiyordu. Kulaklarını delip geçen tiz bir çığlık beyninde şimşek gibi çaktı. Seslere gittikçe daha da yaklaşıyordu. Karanlık gökyüzünde, bulutsuz gecede çırılçıplak duran ayın ışıkları aydınlatıyordu yolu. Ve onu gördü. Bir konfeti yığınının üzerinde uzanan bedenini ve boğazına yapışan vampiri… Acı içindeki çığlıklarını işitiyor, kan kokusunu alabiliyordu. Kızın yüzünü görmesiyle, görüsü sona erdi ve uykusundan uyandı. Bu yüzü, milyonlarca yüz arasında bile olsa tanırdı. Aylarca rüyalarında onu görmüş ama bir türlü sonuca varamamış ve bunun için de kendisini suçlamıştı. Nasıl olurdu da onun yerini bulamazdı? Kafasını iki yana salladı düşünceleri kafasından atmak için. Güneşin ilk ışıkları vuruyordu camından içeriye. Titreyen ellerini siper etti gözlerinin üstüne. İlk defa böyle sarsıntılı bir görü almıştı. Soğuk terler döküyor, kesik kesik nefesler alıp veriyordu. Kızın gözleri geldi, gözünün önüne. Korku. Hissettiği korku o kadar barizdi ki gözlerinden okunabiliyordu. Lina’yı orada, o vampirin ellerine bırakamazdı. Yatağından hızla fırladı. Dolabından, eline geçen ilk kıyafetleri üzerine geçirdi ve saçlarını toplayıp odasından süratle çıktı. Düşünmeden hareket ediyordu. Lina’yı kurtarma da yardıma ihtiyacı olacaktı. Kendisine en yakın oda da bulunan Narcyz’e gitti. Genç adamı uyandırmak için epey bir çaba harcaması gerekmişti. Ama sonunda uyanmış, yarı açıp gözlerle Ksenia’ya bakmaya başlamıştı.
"Kalk ve giyin. Ben diğerlerini uyandırmaya gidiyorum. 5 dakika sonra kapının önünde hazır ol ve sakın kimseye görünme, yolda her şeyi açıklayacağım." dedi aceleyle ve ayağa kalktı, arkadaşının garip bakışlarına aldırmadan…
Genç adamın anlayıp anlamadığını bilmiyordu ama içinden bir ses buna zamanı olmadığını söylüyordu. Odadan çıktı ve gidip Beatrice’i aldı. Neyse ki şansına uykusu çok da derin değildi. Genç kız ne olduğunu anlayamayan bir ifadeyle Ksenia’ya bakıyordu. Olanları açıklayacak zamanı yoktu. Genç kızı Silvio’yu uyandırması için gönderirken, kendisi de Joseph’i almaya gitti. Bacakları, artık yatmadan önce hissettiğinden daha fazla ağrıyordu ama aldırmamaya çalıştı. Joseph’i sürükleyecek derecede çekiştiriyordu. Aşağıya indiklerinde, anlamaz şekilde birbirlerine bakan arkadaşlarını gördü. Kafaları karışmış bir halde aralarında fısıldıyorlar, neler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Hepsi birbirinden yorgun görünüyordu. Normalde olsa hepsinin bu haliyle dalga geçerdi ama bu durumda yapacağı en son şey dalga geçmek olurdu herhalde. İşte başlıyoruz! diye geçirdi içinden, konuşmaya başlamadan önce ve arkadaşlarının yanına gitti. "Hey, hepiniz beni dinleyin. Bu gece bir imge gördüm." sesli bir şekilde yutkundu. Arkadaşlarının, anlamsız bakışlarına aldanmadan devam etti. "Lina Domina’nın olduğu bir imge…" bir anda fısıltılar durmuş ve sessizlik olmuştu. Genç kızın yüzündeki ifade geliyordu her adını andığında. Korkusu gitmiyordu gözlerinden. Kafasını iki yana salladı görüntüleri kafasından atmak için ve konuşmaya odaklandı. Arkadaşları pür dikkat onu dinliyordu. "Onu, ormanın derinliklerinde gördüm. Bir vampirle birlikteydi" dedi. Aklına, orada gördüğü mide bulandırıcı manzara gelmişti. Tüylerinin diken diken olmasına şaşmamak gerekirdi. "Onu oradan kurtarmalıyım. Ama bunu tek başıma yapamam, yardımınız gerekiyor. Benimle misiniz?" derken tek tek arkadaşlarının yüzlerine baktı. Cevaplarının ‘evet’ olduğunu bilse de emin olması gerekiyordu. Başlarını evet anlamınla salladıklarını görünce harekete geçtiler. Genç kıza ulaşabilmeleri için ormandan geçip nehre giden yolu kullanmalıydılar. Fazla zamanları olmadığını hissediyordu Ksenia. Bu yaptıklarının akıllıca olup olmadığını düşündü. Kesinlikle değildi ama yapabileceği başka bir şey yoktu. Onu kendi başlarına kurtarmaları gerekiyordu.
|
|
|
İmge
Jul 26, 2011 20:12:14 GMT 3
Post by Beatrice Brunsvold on Jul 26, 2011 20:12:14 GMT 3
Yarım saati aşkın süredir yatağında dönüp duran Beatrice gözlerini belli bir noktaya dikmiş, kendine olanları düşünüyordu. Son zamanlarda en yakın arkadaşlarının bile arkasından oyunlar oynadığını hatırladıkça üzülüyor, değişimin kendisini mi yoksa diğerlerini mi etkilediğini düşündükçe delirecek gibi oluyordu. Belki de artık bir Polyanna misali olaylara bardağın dolu tarafından bakmayı bırakıp, insanlara mesafeyle yaklaşmalıydı. Son zamanlarda hiç alışık olmadığı bir şekilde atıştığı arkadaşları kendisine ne kadar değiştin dese bile, Beatrice halen kendini savunamayacak kadar ürkek bir serçeydi ki; söylenenlere ne bir itiraz, ne de birkaç kelime laf edebiliyordu. Geceyi yaran güneş ışıkları yavaş yavaş pencereden süzülürken, Beatrice halen nerede hata yaptığını anlamaya çalışarak kendini yiyip bitiriyordu. Annesinin ölümünden sonra onun gibi davranmaya çalışıp onun ruhunu yaşatmaya çabalarken her şeyi eline yüzüne mi bulaştırmıştı? Yaralananlara şifa vermek için oradan oraya koşmaktan yorgun düşmüş bedeni, hangi kötülüğü yapabilirdi ki? İçindeki çatışma gittikçe büyürken, ruhunu yakıp kavuran ateşi söndürmek istercesine arkasına dönüp gözlerini hızla kapadı.
Genç kız uykuya dalmakla dalmamak arasındaki inci çizgide kaybolup giderken, yakın arkadaşı Ksenia'nın bedenini sarsmasıyla yatağından sıçrayıverdi. Kızın donup kalmış suratını görünce ne olup bittiği hakkında herhangi bir şey söylemeden oturduğu yerden kalkarak üstüne bir şeyler geçirdi. Kısa bir diyalogdan sonra, yarım kalan uykusunun nahoşluğunu üzerinden atmaya çalışırken Silvio'ya haber vermek için yarı koşar halde koridorda ilerlemeye başlamıştı. Erkeklerin odasına yaklaştığı sırada karşılaştığı James'in yanına gitti ve genç çocuğa olayın şaşkınlığından -deyim yerindeyse- emir verdi. "Koş ve Silvio'yu uyandır James, gerçekten çok önemli hemen buraya gelsin, lütfen." Anlamsız mimikleriyle koşarak uzaklaşan oğlanı izlerken, ortalığa göz atıp sükunetin içerisinde beklemeye başladı. Saçlarıyla uğraşmaya başlamıştı ki Silvio'nun sesini duymasıyla hareketlendi. Çocuğun ne oldu demesine fırsat bırakmadan elinden tutarak Ksenia'nın söylediği yere doğru gitmeye başladı. "İnan ki ben de bilmiyorum, sadece bir şey söylemeden gel lütfen." Merdivenleri inerlerken bir yandan da kendi kafasında binbir türlü şey dönüyordu. Neydi bütün bunlar, bir görücünün oyunu mu? Ancak bir tarafı da Ksenia'nın gecenin bir saatinde böyle çocukça oyunlar oynacak birisi olmadığını söylüyordu. Zaten bu okulda düzgün bir şeyler olmayalı uzun zaman olmuştu ya, o yüzden kafasındakilere aldırmamaya çalışarak adımlarını hızlandırdı.
Eğitmenler belki de yataklarında fosur fosur uyurken, deprem sonrası sokağa dökülmüş halk misali toplanmış arkadaşlarından bitkin bir şekilde neler olup bittiğini öğrenmeye çalışırken, havaya karışan fısıltılar da gürültüye neden oluyordu. "Bir şey bilen yok mu Aythiessa aşkına?" Hemen ardından bir başka ses yükseliyor, yine öncekilerden farksız şeyler söylüyordu. "Artık fısıldamayı kesip gerçeği söyleseniz?" Cümbüşün içerisinde Beatrice meraktan çatlarken kendilerine doğru yaklaşan Ksenia ile Joseph'i görür görmez bazılarının aksine konuşmayı bırakarak dikkat kesildi. Okulda en iyi anlaştığı arkadaşlarından Lina Domina'nın ismini duymasıyla başından aşağı kaynar sular inen Beatrice, birden uykuyu, yorgunluğu, neredeyse her şeyi unutup yıkılıvermişti. Kafasında canlanan vampir senaryoları tüylerini diken diken ederken, Ksenia'nın sorusuna evet anlamında kafa sallamaya çalıştı donmuş bir ifadeyle. Bir yandan hareketlenen topluluk arasındaki yerini alarak yürümeye başlamışken, bir yandan da yere odaklanmış mavi gözlerini başka yerlere çevirmeye uğraşıyordu genç kız. Nasıl olurdu, Lina'nın ormanda ne işi olabilirdi? Kimsenin ruhu duymadan intihar mı etmek istemişti? Sorular kafasında dans ederken onlara yanıt bulmaya çalışan Beatrice, hiçbir şeye anlam veremiyordu ama etrafındaki suratları gördükçe de bu konuda yalnız olmadığının farkına varıyordu.
|
|
|
İmge
Jul 26, 2011 22:43:57 GMT 3
Post by D. Joseph McBriant on Jul 26, 2011 22:43:57 GMT 3
Gözlerini hemen yanında duran pencereden dıraşı doğru çevirmişti Joseph. Gökyüzü bulutsuz bir biçimdeydi. Yıldızlar birer ateş böceği gibi; geceyi biraz olsun aydınlatmak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Her biri göz kırpıyordu aşağıda bulunan kişilere. Birbirlerinin parlaklıklarını bastırmaya çalışıyordu. Ancak ay tüm ihtişamı ile onları kıskandırıyor ve gümüş bir tepsi gibi karanlık gökyüzünü deliyordu. Işığını yeryüzüne ulaştıyor ama gündüzün yarattığı renk cümbüşünü yaratmaya gücü yetmiyordu. Karanlık perde gibi çöktüğünde yeryüzüne ne kırmızı kalıyor geriye ne sarı... Dönüyor bütün renkler siyaha. Yutuyor adeta tüm renkleri. Bir ahtapot misali sardıkça gece; kalmıyor gök kuşağının sihri. Joseph, içini saran tuhaf duygu ile uzanıyordu yatağında. Uyuyamıyordu. Uyumak istemiyordu da zaten. Yatağa yattıktan hemen sonra uyuyan kişilere hayran oluyordu. Bunu nasıl başardıklarını merak ediyordu. Çünkü kendisi yatağa uzandıktan yarım saat sonra anca uykuya dalabiliyordu. Uyumadan önce hafızasını canlandırıyordu. Irkının özelliği neticesinde hafızası çok güçlüydü ve tüm olayları en ince ayrıntısına kadar hatırlayabiliyordu. Aslında bazen bu özelliğinin olmamasını istediği anlar oluyordu. Çünkü hatırlanmamasının daha iyi olacağı hatıralar, anılar da vardı geçmişte. Onların bile tüm ayrıntısını hatırlamak, bedeninin her zerresine acı veriyordu. Üzerine örtmüş olduğu ince ötrüyü açtı ve yatağından ayağa kalktı. Pencerenin kenarına geldi. Uykusunun olmadığını biliyordu ve kendisini uyumak için de zorlamayacaktı. Dışarıya bir göz attı takrar. Bir yıldızın kaydığını gördü. Bu zamana kadar yüzlerce yıldız kaymasına şahit olmuştu ve hepsini tamamiyle hatırlıyordu. Artık ona heyecan verici bir olaymış gibi gelmiyordu bu. Tekrar geriye döndü ve yatağının kenarına geldi. Ayağa kalktığında yorgun olduğunu daha iyi anlamıştı. Tekrar yatağa yatıp üstüne örtüyü aldı. Aradan geçen yirmi dakika ve onca debelenme ardına uykuya dalmıştı.
"Ölüme yelken açıyorum sonsuz kanatlarımla. Kimisi derken temiz bir kan devam ettirir güçlülüğün simgesini; kimisi der melezliktir sonsuz gücün esiri. Esiri olmalıyım ben gücün, bana hükmetmeli. Tüm zerremde hissetmeli ve tüm duyularıma hitap etmeli. Ölmedim ben! Ölmedim ve küllerimden doğacağım geri, bir anka kuşu misali. Her iki kanadım ayrı bir gücü simgeleyecek benim. Birisi hükmedecekken herkese; diğeri merhamet salacak gönüllere. Birisi kini, tohum olarak serecekken zihinlere; diğeri sevgiyi yayacak sonsuz hayallere. Boş bir parşömen misali bedenim. Sonsuz olasılıkları barındırırken içerisinde; tek bir çizikle kesinleşecek kaderim. Birleşmeyecek kanatlarım. Ne ak kara ne kara ak olacak bu bedende. Ruhumun her zerresini hissedeceksiniz bundan sonra. Ölmedim ben ve öldüremezsiniz. Var oldukça zıtlık bedende, bende var olacağım sizinle. Gözlerim de öyle benim. Birisi yanlışları görür daima; diğeri ise kapatır bir perde gibi beni karanlığa. Girmesin ışık vücuduma. Aydınlatmasın odayı tek bir lamba. Ağır basmasın bedenimde hiçbir taraf. Ne karanlık ne aydınlık. Ne iyilik ne kötülük. Ne mutluluk ne mutsuzluk. Daha çok gözyaşı dökülecek ve daha çok gülümsenecek. Zıtlıklar hiçbir zaman sona ermeyecek. "
Joseph sarsıldığını farketti. Önündeki görüntüler aniden kaybolmuştu. Birisi onu hızlı bir biçimde sarsıyordu yatağında. Kendini zorlayarak gözlerini açtı. Karşısında duran kişi Ksenia'ydı. Korkmuş gibi bir hali vardı. Joseph'i kolundan tuttuğu gibi yataktan kaldırdı. Elini sıkı bir biçimde tutmuştu ve Joseph ne olduğunu anlamıyordu. Uykulu tavırları ve Ksenia'nın aceleci hareketleri adeta birbirleri ile savaşıyordu. Terliklerini giyme fırsatı bile bulamadan çıplak ayak ilerliyordu. "Neler oluyor Ksenia?" Ancak karşısından ses gelmiyordu. Sadece kolundan tutmuş bir biçimde götürüyordu. "Heey. gece gece nereye sürüklüyorsun beni?" Merdivenlerin oraya geldiklerinde Joseph aşağıya göz attı. Beatrice, Silvio, james, ... Hepsi utkusundan uyandırılmış bir vaziyetteydi. Hepsinin gözlerindeki merak duygusu kendini ele veriyordu. Birbirlerine neler oluyor sorusunu defalarca sormuşlardı.Merdivenlerden aşağı indiklerinde Ksenia konuşmaya başladı. Linadan bahsediyordu. herkes Lina'nın ismini duyduğunda dikkat kesildi ve kızın dudakları arasından dökülecek kelimelere odaklandı. Vampirler? Joseph onlar hakkında çok şey biliyordu. Hatta kimsenin bilmediği şeyleri bile. Gerektiğinde kendini tutabilirdi vampirler ama bıraktıkları an zincirler kırılırdı ve arkası felaketlerle gelirdi. Lina, ormanın derinliklerinde? Bu iş hiç iyiye gitmiyordu. Onu oradan kurtarmaları gerekiyordu ama bunu nasıl yapılacağı herkesin merak ettiği bir konuydu. Zorlu günlerin onları beklediğini an itibariye anlamıştı Joseph.
|
|
|
İmge
Aug 2, 2011 3:02:05 GMT 3
Post by Silvio Valente on Aug 2, 2011 3:02:05 GMT 3
Ellerini uzun saçlarının arkasında birleştirerek tavana bakmak her zaman huzurun en derinini vermişti Silvio’ya. Gecenin sessizliğinde dans etmek isterdi, sadece ince dudaklarından mırıldandığı ezgilerin yardımıyla bile olsa. Yerinden kalkamazdı, uyuşuk olduğunu kendisi de biliyordu. Değil kendisini, kafasını bile kaldıracak olan her kim olursa olsun zorluk çıkarmayı severdi. Biraz ciddiyetsiz biri olmasından kuşkulanıyor, kendisini ciddiye almayacakları için çok korkuyordu ama elinde değildi bu. Şaka yapılacak yeri iyi seçmeye çalışıyor, fakat bazen dozunu kaçırdığını fark ediyordu. Saatlerce düşündükten sonra buna bir çözüm bulmaya karar verdi. Yarından tezi yok daha seviyeli olacak, arkadaşlarını kaybetmeyi göze almayacaktı artık.
Saat gece yarısını geçeli çok olmuştu. Uyumak eziyet gibi gelmese belki gözlerini kapayacaktı denemek için. Her gece düşünürken bu saatleri bulur, bazen nerdeyse hiç uyumama noktasına kadar gelirdi. Silvio’nun en yakın arkadaşı kendisiydi ona göre ama diğer tüm arkadaşlarını kendinden daha çok seviyordu, sadece bunu daha fark edememişti. Uykusunda geleceği gördüğü için uyumak istemiyordu belki de. Bu hoşuna gitmemişti hiçbir zaman. Bazen iyi şeyler görebilse de, hayatın ‘genellikle kötü’ tarafında yaşadığını biliyordu ve gördükleri hep kötü şeyler olurdu. Sonra gördüklerini düşün dur diyerek çok değişik duygular besliyordu bu konuda. Yapabileceği, koyabileceği bir engel olsa, kendine bunu yapmamanın bir yolu olsa, kesinlikle yapardı. Son düşündüklerini uykusunda düşünmüştü artık Silvio. O uykunun verdiği ince yarı ölüm çizgisini bu sefer fark edememiş, gece yarısından baya bir sonra rahat bir uykuya dalmıştı. İleride bir sandık görüyordu rüyasında. Çok çabuk yaklaştı. Yürüyor, ayak seslerini çok iyi hissedebiliyordu. Hatta koşar adım geliyordu birisi. Kendi ayak seslerine katmıştı sandığa doğru koşuyordu. Birkaç adımda sandığa varıp açtığında kocaman korkunç bir palyaço figürünün üstüne geldiğini görmesiyle birinin omzuna dokunması aynı anda olmuştu neredeyse. ‘Aaaaa.’ Hafif bir çığlıkla uyanan Silvio ne olduğunu anlamak için yukarı bakıyordu. Aradığı yüzün yukarıda değil de karşısında olduğu gerçeğini anlaması da biraz daha zamanını aldı. Palyaço suratı, kirpiklerini kaldırdıkça şekil değiştirdi. Karşısında duran kırmızı burunlu, yeşil kıvırcık saçlı, kalın kaşlı, kocaman gözlü ve korkunç bir gülümsemesi olan palyaço değil, sadece James’ti. ‘Hadi kalk çabuk seni de çağırıyorlar. Ne olduğunu sorma, sorsan da söyleyemem zaten.’ İşte kafasını yataktan kaldırmasını gerektirecek kişi gelmişti sonunda. Düşündüklerinin gerçek hayatta başına gelmesi rastlantı mı yoksa başka bir şey mi diye düşündü o geçen saniyede. Arkadaşının suratında yorgunluğu, aceleyi ve korku telaş karışıklığını görmese hayatta kalkmayacağına yemin edebilirdi. Hızlı davranması gerekiyordu belki de, ayaklarını yatağın yanına uzattı ve ayağa kalktı. ‘N’oluyo ya bu saatte beni kim çağırabilir ki? Hayır, yine ne yaptım acaba onu merak ediyorum şu anda.’
Homurdanarak koşar adım ilerlerken ses çıkarmamaya da özen gösteriyordu. Gece bu halde koşan bir öğrenci, hiç normal değildi. İleride tanıdık bir kişi görüyordu köşeyi dönünce. Merdivenlerin başında karanlıktan tanıyamama ve ‘bu yüzü nerde görsem bilirim’ düşünceleri arasında kalmaktan başka çare bırakmayan biri duruyordu. İyice yaklaştı ve bu gördüğü kişinin Beatrice olduğuna kanaat getirdi. ‘Hadi bu saatte beni öylesine çağırdığını söyle, N’ol...’ Kolundan sıkıca tutulduktan sonra lafı yarım kaldı mecburen. Merdivenleri hiddetle iniyorlardı üçü birlikte. Kimseden çıt çıkmıyor, ne olduğu hakkında en ufak bir fikirleri de yokmuş gibi görünüyorlardı. Emin olduğu tek şey vardı, aşağıda bir şey onları bekliyordu. Düşündükleri artık kafasını delecek gibi hissediyordu. Beatrice kendisinin de bir şey bilmediğini söylediğinde sorunun kendisinde olmadığını anladı, biraz da olsa rahatlamak istedi. Henüz daha ne olduğunu bilmiyordu ki neden rahatlayacaktı.
Arkadaşlarıyla toplaştıklarında bir fısıltıdır başlamıştı herkeste. Ortada belli ki ciddi bir şey vardı, herkes konuşmaktan kendini alıkoyamıyordu. Giydiği ayakkabının doğruluğunu kontrol edercesine yere bakmıştı ki gelen iki kişi sonunda cevaba ulaştırıyordu kafasındaki soruları. Lina ile ilgili bir olaydı ve bu olay hiç yabancı gelmiyordu. Biliyordu sanki böyle olacağını ama sadece yeterince düşünmemişti. Aklına gördüğü palyaço geldi, sebebini hiç bilmiyordu. Yataktan kalkmaya değecek bir düşünceydi ve arkadaşına yardım edecekti Silvio. Tüm arkadaşlarının yüzüne baktığında onlarında geleceğini anladı. Önüne doğru kafasını kaldırdığında giriştikleri işin çok zor olduğunu fark etti ama çok geçti. Vampirleri oldu olası sevmezdi ki zaten. Ormana doğru kararlı adımlarla yürüyorlardı bile ne diyebilirdi ki daha fazla. İlk dışarı çıktığında burnundan içeriye doğru güzel gelen hava kokusuna birazda korku kokusu ekleniyor, ama az önceki sessiz gece arkalarında kalıyordu artık.
|
|