Post by Lithyia on Jul 24, 2011 19:19:05 GMT 3
Yağmur.
3. sene olmak üzere.
Vampir, Berddinel.
Dolgun dudaklarını birbirine bastırır ve onları saran ince tabakayı her yere dağıtırken, aynadaki yansıması olarak karşısında duran kadına baktı. Omuzlarından aşağı dökülen saçları, karşısındakinin içini bir çırpıda okuyabilen gözleri, yumuşak yüz hatlarını inceledi. Dimdik duran omuzlarına baktı kadının, hiçbir zaman hiçbir egemenlik altına girmeyeceğine ant içmiş gözlerindeki güç parıltılarına daldı. İradesinin dünya üzerinde sadece bir erkek tarafından parçalanıyor olduğunu bilmek ne ironikti ama. Şu ana kadar hayatını değiştiren, daha da önemlisi kendisini değiştiren her etmeni, her erkeği çıkarmıştı hayatından. Ve hemen hemen bir sene kadar önceki o soğuk kış gecesine kadar, aynı eminlikle söyleyebilirdi herkesi çıkarabileceğini. Ama işte o gece her şey değişmiş, insanoğlunun kader diye adlandırdığı ucuza kurtulma çabası, Rosaline’i geri dönülemez bir biçimde ağlarıyla sarmıştı. Çok iyi hatırlıyordu o geceyi, nasıl unutabilirdi ki? Adamın, kadının narin vücudunu soğuk ayazdan koruma çabasıyla bedenine sarılışını, parmak uçlarının değip geçtiği her şeyi yakışını hissetmesini nasıl unutabilirdi? Yenilgili bir ifadeyle iç çekerek gözlerini kapattı ve yansıması gözlerinin önünden kayboldu. Verdiği tüm sessiz sözlere rağmen, yine ve yeniden sözünü bozarak o adam için süsleniyordu. Yine kaybetmişti işte.
Dakikalar sonra her gününün başladığı ve son bulduğu barın önüne cisimlendiğinde, soğuğun bedenini ısırarak tüm bedenini ürperttiğini hissetti. Cübbesine biraz daha sıkı sarıldı, aynı anda da asasını yerine koydu. Her zamankinin aksine, bugün bir çalışan olarak değil, bir müşteri olarak giriyordu bara. Topuklularının ahşap zemine temasından doğan tıkırtı sesleri, birkaç kafanın kendisine doğru dönmesine neden olmuştu, ama onun aradığı beden tam karşısında, kendisine sırtı dönük bir biçimde barda oturan kişininkiydi. Yüzünü görmese de, saçları ve güçlü boynundan onu kolayca tanımıştı, aynı anda da garip bir şekilde kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başlamıştı. Şu ana kadar tüm bunlara alışmış olması gerekirdi, ama alışamıyordu işte. Onu her gördüğünde sanki ilk günkü gibi hissediyordu. Bu alışabileceğiniz bir şey değildi, unutabileceğiniz bir şey; hiç değildi. Ona doğru yürürken, bacaklarının kendi emirlerine itaat etmediğini hissetti, sanki görünmeyen bir güç tarafından çekiliyorlardı adama doğru.
Barın arkasında gördüğü bir arkadaşına yarım yamalak gülümserken, bedeninin tüm işlevlerde başarısız olduğunu hissetti. Ne doğru düzgün nefes alabiliyor, ne de kalbinin göğüs kafesine yaptığı baskıları azaltabiliyordu kadın. Vücudu, adeta diğer yarısını fark etmişçesine haykırıyordu, ama kendisini durdurmaya çalıştı Rose. Yine aynı olacaktı, büyük ihtimalle gecelerinden birini daha şehvet dolu kılmak için gelmişti Octavius, her seferinde olduğu gibi sabah uyandığında yine yanında olmayacaktı. Gerçek içini kor ateş gibi yaksa da, vücudunu ondan uzak tutamıyordu işte. Buna bir son vermek zorundaydı artık, gecelik bir metres rolü oynamayacaktı. Sonunda yanına vardığında, derin bir şehvetin yanında, ona karşı çıkan bir duygu daha hissediyordu artık Rosaline kanında. İsimlendiremedi, ama daha güçlü hissediyordu.
Arkasından yaklaşarak bir elini Octavius’un omzuna attığında, biraz önce verdiği kararı çoktan unutmuş gibiydi kadın. Adamın eli kendisininkini yakalamaya fırsat bulamadan çekti, karşısına otururken. “Octavius.” Gözlerini üzerinde hissediyordu, ama ısrarla onlara bakmayı reddetti önce. Çünkü biliyordu ki, o gözlere baktığı anda esareti altına girecekti kayıtsızca. İşte o zaman kendi iradesini kaybettiği an olacaktı. Hâlâ, ısrarcı gözlerinin yüzünü yalayıp geçtiğini hissediyor, onlara karşılık verememek ise daha büyük bir acı veriyordu. O an ne hissediyor olduğunu merak etti. Böyle utangaçça davrandığı için şaşırmış mıydı? Belki de davranışları onu meraklandırmıştı, asla bilemezdi. Hiçbir zaman Octavius’un ne hissettiğini ya da düşündüğünü çözememişti. Kendine içecek bir şeyler isterken daha da oyalanıyor, hâlâ o görünmez zincirlerinin bedenini ve iradesini sarmadan önceki son dakikalarını kullanmaya çalışıyordu. Ama eninde sonunda olacaktı, bu düşüncenin yenilgisiyle gözlerini kaldırdı ve gözlerinin buluşmasına izin verdi. Adam ısrarlı gözlerle ona bakıyordu, ama tek bir kelime etmeye cesaret edemedi, ya da aklına söyleyecek hiçbir şey gelmedi.
3. sene olmak üzere.
Vampir, Berddinel.
Dolgun dudaklarını birbirine bastırır ve onları saran ince tabakayı her yere dağıtırken, aynadaki yansıması olarak karşısında duran kadına baktı. Omuzlarından aşağı dökülen saçları, karşısındakinin içini bir çırpıda okuyabilen gözleri, yumuşak yüz hatlarını inceledi. Dimdik duran omuzlarına baktı kadının, hiçbir zaman hiçbir egemenlik altına girmeyeceğine ant içmiş gözlerindeki güç parıltılarına daldı. İradesinin dünya üzerinde sadece bir erkek tarafından parçalanıyor olduğunu bilmek ne ironikti ama. Şu ana kadar hayatını değiştiren, daha da önemlisi kendisini değiştiren her etmeni, her erkeği çıkarmıştı hayatından. Ve hemen hemen bir sene kadar önceki o soğuk kış gecesine kadar, aynı eminlikle söyleyebilirdi herkesi çıkarabileceğini. Ama işte o gece her şey değişmiş, insanoğlunun kader diye adlandırdığı ucuza kurtulma çabası, Rosaline’i geri dönülemez bir biçimde ağlarıyla sarmıştı. Çok iyi hatırlıyordu o geceyi, nasıl unutabilirdi ki? Adamın, kadının narin vücudunu soğuk ayazdan koruma çabasıyla bedenine sarılışını, parmak uçlarının değip geçtiği her şeyi yakışını hissetmesini nasıl unutabilirdi? Yenilgili bir ifadeyle iç çekerek gözlerini kapattı ve yansıması gözlerinin önünden kayboldu. Verdiği tüm sessiz sözlere rağmen, yine ve yeniden sözünü bozarak o adam için süsleniyordu. Yine kaybetmişti işte.
Dakikalar sonra her gününün başladığı ve son bulduğu barın önüne cisimlendiğinde, soğuğun bedenini ısırarak tüm bedenini ürperttiğini hissetti. Cübbesine biraz daha sıkı sarıldı, aynı anda da asasını yerine koydu. Her zamankinin aksine, bugün bir çalışan olarak değil, bir müşteri olarak giriyordu bara. Topuklularının ahşap zemine temasından doğan tıkırtı sesleri, birkaç kafanın kendisine doğru dönmesine neden olmuştu, ama onun aradığı beden tam karşısında, kendisine sırtı dönük bir biçimde barda oturan kişininkiydi. Yüzünü görmese de, saçları ve güçlü boynundan onu kolayca tanımıştı, aynı anda da garip bir şekilde kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başlamıştı. Şu ana kadar tüm bunlara alışmış olması gerekirdi, ama alışamıyordu işte. Onu her gördüğünde sanki ilk günkü gibi hissediyordu. Bu alışabileceğiniz bir şey değildi, unutabileceğiniz bir şey; hiç değildi. Ona doğru yürürken, bacaklarının kendi emirlerine itaat etmediğini hissetti, sanki görünmeyen bir güç tarafından çekiliyorlardı adama doğru.
Barın arkasında gördüğü bir arkadaşına yarım yamalak gülümserken, bedeninin tüm işlevlerde başarısız olduğunu hissetti. Ne doğru düzgün nefes alabiliyor, ne de kalbinin göğüs kafesine yaptığı baskıları azaltabiliyordu kadın. Vücudu, adeta diğer yarısını fark etmişçesine haykırıyordu, ama kendisini durdurmaya çalıştı Rose. Yine aynı olacaktı, büyük ihtimalle gecelerinden birini daha şehvet dolu kılmak için gelmişti Octavius, her seferinde olduğu gibi sabah uyandığında yine yanında olmayacaktı. Gerçek içini kor ateş gibi yaksa da, vücudunu ondan uzak tutamıyordu işte. Buna bir son vermek zorundaydı artık, gecelik bir metres rolü oynamayacaktı. Sonunda yanına vardığında, derin bir şehvetin yanında, ona karşı çıkan bir duygu daha hissediyordu artık Rosaline kanında. İsimlendiremedi, ama daha güçlü hissediyordu.
Arkasından yaklaşarak bir elini Octavius’un omzuna attığında, biraz önce verdiği kararı çoktan unutmuş gibiydi kadın. Adamın eli kendisininkini yakalamaya fırsat bulamadan çekti, karşısına otururken. “Octavius.” Gözlerini üzerinde hissediyordu, ama ısrarla onlara bakmayı reddetti önce. Çünkü biliyordu ki, o gözlere baktığı anda esareti altına girecekti kayıtsızca. İşte o zaman kendi iradesini kaybettiği an olacaktı. Hâlâ, ısrarcı gözlerinin yüzünü yalayıp geçtiğini hissediyor, onlara karşılık verememek ise daha büyük bir acı veriyordu. O an ne hissediyor olduğunu merak etti. Böyle utangaçça davrandığı için şaşırmış mıydı? Belki de davranışları onu meraklandırmıştı, asla bilemezdi. Hiçbir zaman Octavius’un ne hissettiğini ya da düşündüğünü çözememişti. Kendine içecek bir şeyler isterken daha da oyalanıyor, hâlâ o görünmez zincirlerinin bedenini ve iradesini sarmadan önceki son dakikalarını kullanmaya çalışıyordu. Ama eninde sonunda olacaktı, bu düşüncenin yenilgisiyle gözlerini kaldırdı ve gözlerinin buluşmasına izin verdi. Adam ısrarlı gözlerle ona bakıyordu, ama tek bir kelime etmeye cesaret edemedi, ya da aklına söyleyecek hiçbir şey gelmedi.