Post by Quinn Malistaire on Jul 21, 2011 17:10:12 GMT 3
Düşünceli bir ifade ile okulun koridorlarında yoluna devam ederken almayı unuttuğu bir kitap geldi aklına. Gerisin geri okul koridorlarından birine dolapların bulunduğu yere doğru ağır adımlarla ilerledi. Almamış olduğu diğer kitabını da alıverdi. Şimdi kucağında iki kitap ve bir defterle her zamanki çalışma alanı olan okulun bahçesinde bulunan mavi suların kıyısına doğru ilerleyebilirdi. Birkaç dakika boyunca bu yürüyüş devam etti. Kıyıya ilerleyinceye kadar ağzında düşmeyen o meşhur şarkısını yine diline doladı; Damien Rice- The Blowers Daughter. Mutluydu. Neredeyse üç senedir düşman oldukları arkadaşı Andrew ile barışmışlardı. Son birkaç gündür artık iyi anlaşıyorlardı. Yine de, nedense mutlu olduğu anlarda bir aşk şarkısı söylüyordu Quinn, sesinin de güzelliğine güvenerek biraz yüksek sesle oluyordu bu. Şimdi bile kıyıya varmışken birkaç adım gerisindekiler onu rahatlıkla duyabilirdi. Ve bu kızın aşık olduğunu düşünebilirlerdi. Aslında Quinn yaşının verdiği deli kanlılıkla aşık olmak istediğini haykırıyordu. Kıyıya vardığında çömelerek almış olduğu kitabını rastgele açıverdi. Tam o sırada arasına sıkıştırılmış beyaz bir zarf içinden fırlayıp çimlerin üzerine düşüverdi. Sıcak esen rüzgar saçlarını okşarcasına tenlerine değdirirken, Quinn zarfın da rüzgarın hışımına uğramaması için hızlıca hareket edip zarfı kaptı. Merak dolu gözleriyle süzerek hızlıca içinden çıkartmış olduğu küçük bir parça kağıda kaydırdı gözlerini:
Quinn;
Bugün Fısıldayan Ağaçlar Korosunda ilk karşılaştığımız ağacın altında öğlen iki sularında seni bekliyor olacağım. Umarım bu mektubu vaktinde bulmuş olursun. Sana bir sürprizim olacak.
Andrew.
Quinn’in bu kitabı her zamanki saatinde yerinden alıp karıştırdığını biliyordu Andrew. Bu fırsattan istifade bir şekilde mesajını buraya yerleştirmişti belli ki. Quinn ise hiç düşünmeden hemen ayağa fırladı bir kenara üst üste yığdığı iki kitap ve bir defteriyle. Her zaman karıştırıp okumak ve çalışmak zorunda olduğu ders kitapları olmasa çalışacağı da yoktu ya. Bugün hiç almamaya niyetliydi aslında bu iki kitabı. Ama hiç almamış olsa onun mesajına da ulaşamayacaktı demek ki. Bir an ne kadar şanslı olduğunu hatırlayarak rüzgara karşı koyamayan saçlarına engel olmadan ağaçların bulunduğu yere doğru adımlarını hızlandırdı.
Girişe vardığında içini bir ürperti kaplamıştı sanki. Buraya pek sık gelmezdi. Ama şimdi bir zorunluluk hissediyordu kendinde ve bir heyecan. Neden Andrew ona bir sürpriz yapmak için bu tenha yeri seçmişti ki sanki. Bu sürprizi herkes içinde de yapabilirdi. Ne de olsa arkadaşları da barıştıklarını biliyorlardı artık. Bu her ne kadar çok zor olduysa da. Quinn bir umutla ve bir an önce ona ulaşabilmek adına adımlarını iyice hızlandırmışken, bir yandan kol saatine baktı. Saat iki olmasına sadece üç dakika kalmıştı. Biraz daha acele etmeliydi. İlk senesi aklına geldi meşhur ağacının bulunduğu yere yaklaştığında, ilk sene buraya ne kadar çok gelirdi. Asosyalliğini yeni yeni aşma çabası içinde olduğu bu yıllar burayı unutur olmuştu nedense. Kalın gövdeli ağacının yanına geldiği anda soluklanmak için sırtını dayadı bir süre. Açık kahverengi saçları ve iri mavi gözleriyle Andrew sonunda belirmişti. Ama suratı dünkünden daha farklıydı sanki. Bakışları bir buz kadar soğuktu. “Sonunda ayağıma kadar getirebildim seni. Ah nasılda kandın. Bu işi herkes içinde yapamazdım tabi. Seni buraya çağırmak zorundaydım.” Quinn tüm umutları sönmüş bir halde kaşlarını çatarak ona baktı. “Andrew son günlerde yaşadıklarımız..” Andrew ise hiç gecikmeden lafı Quinn’in ağzına tıkmıştı. “Hepsi bir oyundu canım. Baştan sona seni alt etmek için planladığım bir oyun. Bunun için önce düşmanım olmadığına seni ikna ettirmem gerekiyordu. Artık okulda başa baş mücadele ettiğim bir rakibim de kalmamış olur hem.”
Quinn artık neyin doğru olduğunu bilemez hale gelmişti. Çalışkan bir tip değildi Quinn. Andrew’un asıl onu sıkıştırma nedeninin bu olduğunu da sanmıyordu. Tam o bunları düşünürken Andrew bu sırada elini ceketinin iç cebine soktu. İçinden çıkardığı bıçaktı. “Bu bıçaklar oldukça işe yarıyorlar. Ama yine de seni bununla öldürmeden önce tadını çıkarmak istediğim son bir şey var.” Andrew küçük bir ıslık sesi çıkardı dudaklarının arasından ve hemen ardından gelen iki çocuk Quinn’e arkadan saldırıp onun kollarını tutarak yere yatırmışlardı. Bacaklarını hareket ettirememesi için de bütün vücudunu tutuyorlardı. Quinn ağzını kapatmaya çalışan ikinci çocuğun elini ısırarak büyük bir çığlık kopardı. Andrew ise artık zırh gibi kullandığı ceketinin diğer cebinden çıkardığı mendille Quinn’in ağzını bağlamıştı. “Yaramazlık yapmak ha! ..Bak canım ne kadar bağırırsan bağır, kimsenin bilemeyeceği bir alandayız, derinliklerde.. Burada kimse bizi bulamaz.” Andrew sözcüklerini tamamladıktan sonra onun boğazına yapıştı ve Quinn’in tiksinti dolu suratına aldırmadan yanağını çevirip dilini yapıştırdı. Birkaç saniyelik süren bu iğrenç yalamanın ardından elindeki bıçakla kızın sütyeni görününceye dek bluzunu kesti. Quinn bileklerini sıkan diğer adamlara karşı koyamıyor, üstelik ayaklarına binmiş olan Andrew’e içten içe lanetler okuyordu. Birilerinin onları bulup kendisini kurtarması için de dualar ediyordu. Gerçekten onun oyununa gelebildiğine inanamıyordu. Andrew’un bu kadar ileri gidebileceğini de hiç düşünmemişti. Gözleri sadece yaşla dolu bir şekilde kendi sahip olduğu gücün de onu kurtaramayacağını bildiği için içten içe lanetler okuyordu. Bütün umutları tükenmişti.
Quinn;
Bugün Fısıldayan Ağaçlar Korosunda ilk karşılaştığımız ağacın altında öğlen iki sularında seni bekliyor olacağım. Umarım bu mektubu vaktinde bulmuş olursun. Sana bir sürprizim olacak.
Andrew.
Quinn’in bu kitabı her zamanki saatinde yerinden alıp karıştırdığını biliyordu Andrew. Bu fırsattan istifade bir şekilde mesajını buraya yerleştirmişti belli ki. Quinn ise hiç düşünmeden hemen ayağa fırladı bir kenara üst üste yığdığı iki kitap ve bir defteriyle. Her zaman karıştırıp okumak ve çalışmak zorunda olduğu ders kitapları olmasa çalışacağı da yoktu ya. Bugün hiç almamaya niyetliydi aslında bu iki kitabı. Ama hiç almamış olsa onun mesajına da ulaşamayacaktı demek ki. Bir an ne kadar şanslı olduğunu hatırlayarak rüzgara karşı koyamayan saçlarına engel olmadan ağaçların bulunduğu yere doğru adımlarını hızlandırdı.
Girişe vardığında içini bir ürperti kaplamıştı sanki. Buraya pek sık gelmezdi. Ama şimdi bir zorunluluk hissediyordu kendinde ve bir heyecan. Neden Andrew ona bir sürpriz yapmak için bu tenha yeri seçmişti ki sanki. Bu sürprizi herkes içinde de yapabilirdi. Ne de olsa arkadaşları da barıştıklarını biliyorlardı artık. Bu her ne kadar çok zor olduysa da. Quinn bir umutla ve bir an önce ona ulaşabilmek adına adımlarını iyice hızlandırmışken, bir yandan kol saatine baktı. Saat iki olmasına sadece üç dakika kalmıştı. Biraz daha acele etmeliydi. İlk senesi aklına geldi meşhur ağacının bulunduğu yere yaklaştığında, ilk sene buraya ne kadar çok gelirdi. Asosyalliğini yeni yeni aşma çabası içinde olduğu bu yıllar burayı unutur olmuştu nedense. Kalın gövdeli ağacının yanına geldiği anda soluklanmak için sırtını dayadı bir süre. Açık kahverengi saçları ve iri mavi gözleriyle Andrew sonunda belirmişti. Ama suratı dünkünden daha farklıydı sanki. Bakışları bir buz kadar soğuktu. “Sonunda ayağıma kadar getirebildim seni. Ah nasılda kandın. Bu işi herkes içinde yapamazdım tabi. Seni buraya çağırmak zorundaydım.” Quinn tüm umutları sönmüş bir halde kaşlarını çatarak ona baktı. “Andrew son günlerde yaşadıklarımız..” Andrew ise hiç gecikmeden lafı Quinn’in ağzına tıkmıştı. “Hepsi bir oyundu canım. Baştan sona seni alt etmek için planladığım bir oyun. Bunun için önce düşmanım olmadığına seni ikna ettirmem gerekiyordu. Artık okulda başa baş mücadele ettiğim bir rakibim de kalmamış olur hem.”
Quinn artık neyin doğru olduğunu bilemez hale gelmişti. Çalışkan bir tip değildi Quinn. Andrew’un asıl onu sıkıştırma nedeninin bu olduğunu da sanmıyordu. Tam o bunları düşünürken Andrew bu sırada elini ceketinin iç cebine soktu. İçinden çıkardığı bıçaktı. “Bu bıçaklar oldukça işe yarıyorlar. Ama yine de seni bununla öldürmeden önce tadını çıkarmak istediğim son bir şey var.” Andrew küçük bir ıslık sesi çıkardı dudaklarının arasından ve hemen ardından gelen iki çocuk Quinn’e arkadan saldırıp onun kollarını tutarak yere yatırmışlardı. Bacaklarını hareket ettirememesi için de bütün vücudunu tutuyorlardı. Quinn ağzını kapatmaya çalışan ikinci çocuğun elini ısırarak büyük bir çığlık kopardı. Andrew ise artık zırh gibi kullandığı ceketinin diğer cebinden çıkardığı mendille Quinn’in ağzını bağlamıştı. “Yaramazlık yapmak ha! ..Bak canım ne kadar bağırırsan bağır, kimsenin bilemeyeceği bir alandayız, derinliklerde.. Burada kimse bizi bulamaz.” Andrew sözcüklerini tamamladıktan sonra onun boğazına yapıştı ve Quinn’in tiksinti dolu suratına aldırmadan yanağını çevirip dilini yapıştırdı. Birkaç saniyelik süren bu iğrenç yalamanın ardından elindeki bıçakla kızın sütyeni görününceye dek bluzunu kesti. Quinn bileklerini sıkan diğer adamlara karşı koyamıyor, üstelik ayaklarına binmiş olan Andrew’e içten içe lanetler okuyordu. Birilerinin onları bulup kendisini kurtarması için de dualar ediyordu. Gerçekten onun oyununa gelebildiğine inanamıyordu. Andrew’un bu kadar ileri gidebileceğini de hiç düşünmemişti. Gözleri sadece yaşla dolu bir şekilde kendi sahip olduğu gücün de onu kurtaramayacağını bildiği için içten içe lanetler okuyordu. Bütün umutları tükenmişti.