Post by Douceline Dixyqué on Jul 21, 2011 2:25:24 GMT 3
“ ‘ Douceline? ’ Adımı ben söylemeden bilen bu orta yaşlı adama umursamazca baktım.
‘ Evet. Siz kimsiniz? ‘
‘ Babanı hatırlamadın mı? ‘
Gülmek istedim. Hatta güldüğümü sanıyordum ama orada öylece dikildiğimi fark ettiğim zaman yüzümde hiçbir duygu barındırmadığımın da farkına varmıştım. Bir an, Babam bizi terk etti ve dört yaşındaydım, deyip bu adama her şeyi anlatmak istedim. Ve böylece benimle dalga geçmemesi gerektiğini öğrenecekti. Tam konuşacakken, hangi her şeyi anlatacağımı bilmediğimi anladım. Çünkü her şey yalnızca buydu; babam bizi terk etti ve ben dört yaşındaydım. Bu yüzden bana kendisini hatırlayıp hatırlamadığımı sorması da bir hayli saçmaydı. Hadi ama! Nasıl hatırlayabilirim? O kadar küçüktüm ki. Elbette hiçbir şey söylemedim. Daha doğrusu, söyleyemedim. Babam olduğunu söyleyen adam tekrar adımı söylediğinde, üzerimde saatlerdir uyuduktan sonraki sersemlik vardı.
Annem kapıya gelip küçük bir çığlık atmasaydı sanırım saçmalamamasını tembihleyip onu gönderecektim. Gerçekten saçma görünmüştü. Ama annemin onu eve alması çok daha saçmaydı. Bir anda nasıl her şeyi unutabildiğini anlamamıştım. Unutmadığını biliyordum ama neden öyle davranıyordu ki? Hey neyse, hepsini rüya gibi hatırlıyorum zaten. Belki de tüm bu olanlar rüyanın devamıdır. Ben bir Berddinel’im ve geleceğe dair her şeyi rüyalardan öğrenirim. O yüzden korkma. Hepsi rüya bile olsa çok yakında gerçek olacak demektir. ”
Douceline küçük kasabaya girerken on sekiz sene sonra varlığını öğrendiği kardeşine bunları söylemeyi planlıyordu. Artık birilerine bunu anlatması gerekiyordu ve bunu ilk önce öğrenen kişi hikâyenin başkahramanı olmalıydı. Bu nedenle üç gündür onu arıyordu. Babasının söylediğine göre Meraisy üvey abisi ile kalıyordu. Gittiği ilk adres de onun eviydi ya da öyle olduğunu sanıyordu; çünkü kardeşine dair hiçbir ize rastlayamamıştı. Sonra Vossiduel Akademisi’nde okuduğunu öğrenip okula gitmişti. Oradan bulduğu birkaç adresten de bir şey çıkmamıştı. Ve şimdi yeni bir yere gidiyordu. Bu defa içindeki umudun her zamankinden fazla olduğunu fark etti.
Gideceği yere yönelmeden elindeki kâğıda bir kez daha bakma gereği duydu. Adres oradaydı; kardeşi oradaydı. Kafasını iki yana salladı. Bu fikir hala onu rahatsız ediyordu. Buna rağmen merakı, hep olduğu gibi, ağır basıyordu. Üç gündür öyle çok soru sormuştu ki kendisine artık cevapları bulmalıydı. Birbirlerine benziyor olabilirler miydi acaba? Douceline’e her zaman babasının kopyası olduğunu söylerlerdi. Belki o da babasına çekmişti. Mavi gözlü müydü yoksa? Tüm sorularına az sonra cevap bulacaksın, diye söylendi yine kendisine. Böyle heyecanlı olduğu anlarda en çok işe yarayan yöntem kendisiyle konuşmasıydı. Sonra da kendisine delinin teki olduğunu söyler ve gülerdi. Karşısına çıkıp ‘ben senin ablanım’ dediği an Meraisy de böyle söyleyecekti büyük ihtimalle. Deli falan mısın sen? Aslında ne düşüneceği ya da nasıl tepki vereceği umurunda bile değildi. Belki de bunu kabullenemeyecek ve oradan gitmesini söyleyecekti. Böyle bir durumda onu anlayabilirdi. Yine de sonucu ne olacaksa olsun, Meraisy’yi görmeliydi. O güne kadar babasını merak ederek ve onu düşünerek yaşamıştı, bundan sonra da kardeşini merak ederek yaşamak istemiyordu.
Adresteki eve ulaştığında içinden babasına ve yaptığı her şeye küfür ediyordu. Onsuz devam edebilirken ne düşünerek çıkagelmiş ve kafasını karıştırmıştı ki? Bu defa da kimseyi bulamazsa bırakacaktı. Sonuçta kardeşini hiç tanımamıştı ve tanımasa ne kaybederdi? Çok şey, dedi içindeki ses. Sonunda bir eli kapıya vururken diğer eli kalbinin üzerine gitti. Sakin ol bebek. Sakin ol.
Kapı açılırken bir tutam kızıl saç gözüne çarptı. “ Merhaba. Sen… Meraisy sen misin acaba? ” Harika bir giriş oldu.
‘ Evet. Siz kimsiniz? ‘
‘ Babanı hatırlamadın mı? ‘
Gülmek istedim. Hatta güldüğümü sanıyordum ama orada öylece dikildiğimi fark ettiğim zaman yüzümde hiçbir duygu barındırmadığımın da farkına varmıştım. Bir an, Babam bizi terk etti ve dört yaşındaydım, deyip bu adama her şeyi anlatmak istedim. Ve böylece benimle dalga geçmemesi gerektiğini öğrenecekti. Tam konuşacakken, hangi her şeyi anlatacağımı bilmediğimi anladım. Çünkü her şey yalnızca buydu; babam bizi terk etti ve ben dört yaşındaydım. Bu yüzden bana kendisini hatırlayıp hatırlamadığımı sorması da bir hayli saçmaydı. Hadi ama! Nasıl hatırlayabilirim? O kadar küçüktüm ki. Elbette hiçbir şey söylemedim. Daha doğrusu, söyleyemedim. Babam olduğunu söyleyen adam tekrar adımı söylediğinde, üzerimde saatlerdir uyuduktan sonraki sersemlik vardı.
Annem kapıya gelip küçük bir çığlık atmasaydı sanırım saçmalamamasını tembihleyip onu gönderecektim. Gerçekten saçma görünmüştü. Ama annemin onu eve alması çok daha saçmaydı. Bir anda nasıl her şeyi unutabildiğini anlamamıştım. Unutmadığını biliyordum ama neden öyle davranıyordu ki? Hey neyse, hepsini rüya gibi hatırlıyorum zaten. Belki de tüm bu olanlar rüyanın devamıdır. Ben bir Berddinel’im ve geleceğe dair her şeyi rüyalardan öğrenirim. O yüzden korkma. Hepsi rüya bile olsa çok yakında gerçek olacak demektir. ”
Douceline küçük kasabaya girerken on sekiz sene sonra varlığını öğrendiği kardeşine bunları söylemeyi planlıyordu. Artık birilerine bunu anlatması gerekiyordu ve bunu ilk önce öğrenen kişi hikâyenin başkahramanı olmalıydı. Bu nedenle üç gündür onu arıyordu. Babasının söylediğine göre Meraisy üvey abisi ile kalıyordu. Gittiği ilk adres de onun eviydi ya da öyle olduğunu sanıyordu; çünkü kardeşine dair hiçbir ize rastlayamamıştı. Sonra Vossiduel Akademisi’nde okuduğunu öğrenip okula gitmişti. Oradan bulduğu birkaç adresten de bir şey çıkmamıştı. Ve şimdi yeni bir yere gidiyordu. Bu defa içindeki umudun her zamankinden fazla olduğunu fark etti.
Gideceği yere yönelmeden elindeki kâğıda bir kez daha bakma gereği duydu. Adres oradaydı; kardeşi oradaydı. Kafasını iki yana salladı. Bu fikir hala onu rahatsız ediyordu. Buna rağmen merakı, hep olduğu gibi, ağır basıyordu. Üç gündür öyle çok soru sormuştu ki kendisine artık cevapları bulmalıydı. Birbirlerine benziyor olabilirler miydi acaba? Douceline’e her zaman babasının kopyası olduğunu söylerlerdi. Belki o da babasına çekmişti. Mavi gözlü müydü yoksa? Tüm sorularına az sonra cevap bulacaksın, diye söylendi yine kendisine. Böyle heyecanlı olduğu anlarda en çok işe yarayan yöntem kendisiyle konuşmasıydı. Sonra da kendisine delinin teki olduğunu söyler ve gülerdi. Karşısına çıkıp ‘ben senin ablanım’ dediği an Meraisy de böyle söyleyecekti büyük ihtimalle. Deli falan mısın sen? Aslında ne düşüneceği ya da nasıl tepki vereceği umurunda bile değildi. Belki de bunu kabullenemeyecek ve oradan gitmesini söyleyecekti. Böyle bir durumda onu anlayabilirdi. Yine de sonucu ne olacaksa olsun, Meraisy’yi görmeliydi. O güne kadar babasını merak ederek ve onu düşünerek yaşamıştı, bundan sonra da kardeşini merak ederek yaşamak istemiyordu.
Adresteki eve ulaştığında içinden babasına ve yaptığı her şeye küfür ediyordu. Onsuz devam edebilirken ne düşünerek çıkagelmiş ve kafasını karıştırmıştı ki? Bu defa da kimseyi bulamazsa bırakacaktı. Sonuçta kardeşini hiç tanımamıştı ve tanımasa ne kaybederdi? Çok şey, dedi içindeki ses. Sonunda bir eli kapıya vururken diğer eli kalbinin üzerine gitti. Sakin ol bebek. Sakin ol.
Kapı açılırken bir tutam kızıl saç gözüne çarptı. “ Merhaba. Sen… Meraisy sen misin acaba? ” Harika bir giriş oldu.