|
Post by Carmelita D'alora on Jul 17, 2011 18:11:21 GMT 3
Gözlerinin üzerindeki siyah perde aralandığında aslında her şeyin bir kabus olduğunu, diğer geceler de olduğu gibi yatakhanede bulunduğunu fark etti. Bilinçaltının azizliğine uğradığını bilsede uyanırken kulaklarında çınlayan ses o kadar tanıdık ve gerçekti ki az önce yanına birinin gelmiş, kulağına fısıldayıp gitmiş olmasından şüphelenmeden edemiyordu. Bu yüzden az önce gördüğü rüyanın etkisiyle soğuk terler döktüğü yatağında oturur bir halde iken karanlık yatakhaneyi incelemeye başladı. Işıktan yoksun odayı gözlemlemek tahmin ettiğinden de zor bir işti. Uzak köşeleri görebilmek adına gözlerini o kadar zorluyordu ki gözlerinin sulanmasının ve hafiften hissettiği yanma durumunun üzerinde çok durmadı. Bir şey, burada olmaması gereken herhangi bir cisim veya tamamen kanlı canlı, nefes alan bir beden görmek istiyordu. Ancak her şey o kadar düzenli ve yerli yerindeydi ki kız az önce işittiği sesin canlılığından kuşkulanmaya başlamıştı. Neredeyse bu gece olan tuhaf şeyler silsilesinin birer hayal ürünü olduğuna kendini inandırmaya başladığı anda yatağının hemen yanından beyaz, hızlı hareket eden bir cismin geçtiğini gördü. Nefes alışverişleri hızlanırken aynı zamanda bir saniye gibi kısa bir zaman diliminde zihninden geçirdiği düşünceler kendini bile şaşırtmaya yetmişti. Boyutları bir insan bedenini andıramayacak kadar küçük olsa da kızı az sonra Isadora'yı görebilme ihtimalinden soğutamıyordu. O anda içinde yeşeren umut kırıntıları çürüten, yatağının altından çıkıp, yatakhanenin tam karşısına, kızdan olabildiğince uzağa gitmekte olan Joker'i gördü. Cornelia'nın kedisi olan Joker. Isadora ile uzaktan yakından ilgisi olmayan şapşal bir kedi yavrusu olan Joker. Alay edercesine popusunu bir o yana bir bu yana sallayarak yürüyen Joker. Beni kandırdın. O an yatağından hızla kalkıp kediyi tekmeleme isteğini zorla bastıran Carmelita derin nefes alıp, yüzünden sicim sicim akan ter damlacıklarını eliyle silerek ayaklanmıştı. Birkaç dakika daha bu yatakhanede kalırsa aklını kaybetmekten korkuyordu.
Gecenin bu vaktinde bahçede herhangi birinin bulunmadığına neredeyse emin olan Carmelita gece yatarken giymiş olduğu pijamalarını değiştirme zahmetinde bulunmadı. Sadece soğuk rüzgardan korunmak, bedeninde de bıçak kesiklerini andıran acılara mahal vermemek adına hırkasını üzerine geçirdi. Aynı zamanda terliklerini de yatağının altına bırakarak bahçede adımlarını engellemeyecek, rahat etmesini sağlayacak ayakkabılarını giydi. Hazırdı. Ya da tam olarak hazır sayılmazdı. Tek başına kalmanın ona ne içerde ne de dışarda bir faydası yoktu. Yanında birisinin olması gerekiyordu. Güvendiği, sevdiği ve kafasını dağıtıp, kendisini rahatlatabileceğine inandığı birisi. Cornelia gibi birisi. Hatta Cornelia'nın tam da kendisine ihtiyaç duyuyordu. "Cornelia acil uyan." "Hayır Carmy, ben yapmadım." "Neyi sen yapmadın? Ah Corny uyanır mısın lütfen?" "Hı, ne var ne oldu?" "Rüyamda pek hoş şeyler gördüğümü söyleyemem. Kafamı dağıtmak için dışarı çıkmam gerek. Seninle." "Kedim Joker sana bu küçük yolculuğunda eşlik edebilir." O kediyi uzunca bir müddet benden uzak tutsan ikinizin de yararına olur demek istemişti. Aslında bunu söylemek için dudaklarını araladığı sırada söyleyeceklerinin çok gereksiz olduğunu fark ederek sustu. Gözlerini devirerek, "Her neyse, boşver." söylediği kelimeler dudaklarından bir fısıltıdan bile sessiz bir şekilde çıkmıştı. Burada daha fazla zaman kaybetmenin bir manası yoktu. Uyku sersemi olan Cornelia'nın ona pek bir yardımı dokunmayacak gibiydi. Kızla daha fazla uğraşmadan yatakhanenin kapısına yöneldi ve herkesin yataklarında bir anlık hareket etmesini sağlayacak bir sesle kapıyı açtı ve koridora çıktı. Arkasından aynı şekilde kapıyı kapatırken bu sefer birkaç kişinin uyanmış olma ihtimalini de göz ardı edemedi ki yatakhaneden uzaklaşmak adına atmış olduğu birkaç adımın ardından kapının tekrar açılıp, kapanması akabinde işittiği tanıdık ses tonu onu hiç şaşırtmadı. Şu an hissettiği tam olarak huzurdu.
***
Büyük, yaşlı, çok şey görmüş geçirmiş bir çınar ağacının topraktan dışarıya çıkmış kalıplı kökleri arasında kendilerine oturacak yer bulan genç kızlar rüzgarın yaprakların arasından süzülüp, onları nasıl hareketlendirdiğini izliyorlardı. Kısacası anlamsız birçok şeye gereğinden fazla dikkat edip, ilgi gösteriyorlardı. Carmelita geçen dakikalarla yanında oturan bedenin çehresinin en ufak noktalarına kadar dolmuş merakını daha fazla sessizlikle cezalandırmayacağı anladı. "Carmel-" "Cornel-" Ve gecenin sessizliğini yırtarcasına büyüyen kahkahalarını daha fazla dizginleyemeyerek serbest bıraktılar. Carmelita, gözlerinin dolduğunu hissediyordu. Gözlerini yaşartan, kirpiklerini ıslatan yaşların nedeninin aslında kahkahaları değil içindeki suçluluk duygusu olduğunu ardı arkası kesilmeyen gözyaşlarının pijamasında oluşturduğu koyu ıslaklığı görene dek fark edememişti. Ağlarken sara krizi geçiriyormuş gibi sarsılan bedenini sıkıca saran kolları hissettiğinde gözyaşları bu devasa çınarın su ihtiyacını karşılayacak boyuta gelmişti. Cornelia, Carmelita'nın başını dizlerine koyarak onun cömertçe kollarını iki yana açmış, kızın gökyüzünü görmesini kolaylaştırmak isteyen çınar ağacının dalları arasından gökyüzüne bakmasını sağlamıştı. Aynı zamanda saçlarını bir anne şefkatiyle seven Cornelia konuştu. "Bana gördüklerini anlat tatlım." Titremeyi bırakan bedeni şimdi tüm gücüyle gözyaşlarını dizginlemeye çalışırken Carmelita gökyüzünde odaklandığı ve diğer yıldızlardan kendini soyutlamış, diğerlerine oranla daha parlak olan yıldıza bakarak rahatlamaya çalıştı. "Hapiste gibiydim, bağlanmıştım, hareket edemiyordum ve onlar karşıda..." yutkundu. "Onlar karşıda..." Ve gözyaşları yine yuvalarında durmaya karşı koyarak yanaklarından aşağıya, toprağa özlemle akmaya başlamıştı. Gecenin sessizliğini iç çekişler ve hıçkırıklar doldurmuştu. Bu sefer yanında olan ve ona her konuda yardım edip, elinden tutan sıcak bedenden güç alarak devam etti. "Mavi gözlerinin içinde fırtınalar kopuyordu. Çektiği acıları haykıramıyor doğrudan benim gözlerime kenetlenmiş gözleri yardım etmemi diliyordu. Bense o gözlerdeki fırtınada savunmasız küçük bir sandalda umutsuzca bekliyordum. Hiçbir şey yapmadan, konuşmadan. Sonunda fırtınaya karışıp kayboldum. Gözlerimi açtığımda işittiğim ses onun sesiydi. Ona yardım etmemi istiyor Cornelia. Korkuyorum. Gerçekten yardıma muhtaç bir vaziyette olmasından korkuyorum." Artık gözyaşlarına hakim olmaya bir son vermişti. Tükenecekleri noktaya kadar akmalarını istiyordu. İçindeki zehiri dışarı kusmak, kurtulmak ve rahatlamak istiyordu. Nedense kız dökdüğü gözyaşlarıyla rahatlamaya bir adım daha yaklaşacakken aksine uzaklaşıyor endişe, korku, özlem ve kederin kollarında buluyordu kendini.
|
|
|
Post by Albert Benjamin Caldwell on Jul 18, 2011 3:15:00 GMT 3
Gözlerinin önünde sergilenenler zifiri karanlıktan ibaretti. Sadece siyahı görüyordu, başka hiçbir şey yoktu, hiçbir seste. Kendi bedenini de hissetmiyordu, o karanlığın içinde olduğu düşüncesiyle hareket etmek, aydınlığa ulaşmak için yürümek istedi, bunun boş bir çaba olduğunun farkında olmadan. Görüntü de hiçbir şey değişmemişti, her şey hala aynıydı; karanlık. Birden beliren ışık ise dikkatinin ani biçimde dağılmasına, bambaşka şeylere yoğunlaşmasına neden oldu. Işık bir tiyatro sahnesindeki perdenin etkisini yaratmıştı, bir anda belirmesi çeşitli sesleri işitmesine, çok tanıdık gelen bir yüzü görmesine neden olmuştu. Biraz daha yaklaşmayı öyle çok istiyordu ki, sanki tüm hayatı buna bağlıymış, bu merakı gidermesi çok büyük bir önem taşıyormuş gibiydi. Ancak bir kez daha durumu yalnızca izlemekle yetinebildi, kendisinin bir kamera olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ve kameraman yakınlaşmayı akıl etmiş olsa gerek, şimdi yüzü çok net görebiliyordu. Carmelita. Görebileceği en güzel yüzü görmek rahatlamasını sağlayabilirdi aslında; tabii ağlamıyor olmasa. Çok sayıda ağacın olduğu bir mekândaydı, hava karanlıktı ve rüzgâr etkiliydi. Bu sırada Carmelita’nın gözlerinden dökülüp, karanlığa doğru dökülen yaşlar beraberinde Benjamin’i de götürüyor gibiydi. Öylesine huzursuz ve garip bir his içini kaplamıştı ki, kızın gözyaşlarını silmek, bu görüntüyü durdurmak için içinde hızla kabaran büyük bir istek oluşmuştu. Yaklaşık beş saniye sonra da ağlamanın güzel yüzüne hiç yakışmadığı kızın hemen karşısında, kendi yüzünü gördü. Çok garip bir durumdu bu, kendini görmesine bir anlam verememişti. Ve şimdi Carmelita’nın gözyaşlarıyla parlayan gözlerinin dikkat çektiği yüzüne tatlı bir gülümsemenin yayıldığını, kendi ellerinin de onun yüzüne hareket edip, gözyaşlarını silmeye çabaladığını fark etti. Şimdi biraz olsun ruhunda bir rahatlık hissediyordu. Biraz sonra göreceklerinin daha da mutlu olmasını sağlayacağından hiç haberi yoktu elbette; Carmelita’nın kendisine sarıldığı bir sahne gözlerinin önünde, oldukça canlı ve çok gerçekçi bir şekilde sergileniyordu.
Bir anda açılan göz kapakları, her şeyin değişmesine neden olmuştu. Gördükleri o kadar netti ki, rüya olduğuna inanması gerçekten çok güçtü. Beyninde yankılanmakta olan seste aynı şeyi söylüyordu: bir rüya değil. Başlangıçta görmüş olduklarının etkisini üzerinden atabilmişte değildi, farklı duygular beslediği kızı ağlarken görmenin böylesine dayanılmaz olabileceğini aklına getirmemişti. Üstelik tüm gördüklerinin gerçekleşeceğine olan inancının, saniyeler ilerledikçe daha da artması içinde büyük bir karışıklık ve korku dalgasının ortaya çıkmasına neden oluyordu. Sakin ol Ben, sakin. Daha fazla uyuyabileceğini düşünmediği için, üzerine ağırlık yapmış olan çarşafı hızla bir kenara attı. Kalp atışlarının hızlanmış olduğunun farkında değildi, aynı zamanda bembeyaz olmuş yüzünün de. Yatağından yine ani bir hareketle kalktıktan sonra istediği tek şey yüzünü yıkayabilmekti, tenine temas edecek soğuk suyun biraz olsun rahatlatıcı bir etkisi olacağına, genç adamı kendine getirebileceğine inanıyordu saçma bir şekilde. Ve avucundaki su kütlesinin yüzüne sertçe çarpmasının ardından, etkileyici mavi gözleri aynanın karşısındaki adama, kendisine bakıyordu. Gözleri dolmuş gibiydi, bir an için uykusunda ağladığını ciddi ölçüde düşünmeye başlamıştı. Ayrıca bakışları öyle donuk, öyle ifadesiz hâle gelmişti ki; bu şekilde biraz önce gördüklerinin yalnızca bir kişinin ağlamasından ibaret olduğunu birilerine anlatsa, dalga geçileceğinden adı gibi emindi. Hemen kendine gel Benjamin Caldwell! Hemen! Aynadaki yüzüne sert bir bakış atmak gibi anlamsız bir işin ardından, tekrar yatakhaneye dönüyordu. Gün içinde tam olarak neler yapacağı konusunda bir plân yapmış değildi, fakat kesinleşmiş bir şey vardı ki, gece, mümkün olduğunda geç bir saatte aynı bölgeye gidip, gördüklerinin yalnızca bir rüya olduğu gerçeğiyle karşılaşacaktı.
~
Bu yaptığım tam bir saçmalık. Saatin kaç olduğunu bilmediği ve umursamadığı, yalnızca oldukça geç olduğunu tahmin ettiği anlarda yatağında huzursuzca bir sağa, bir sola dönüyordu. Neden bunu yaptığına bile anlam verememişti, neden diğer herkes gibi uykuya dalıp, oldukça özgür olabileceği rüya dünyasında gezinmiyordu? Neden Carmelita’nın ağlamış olması yüzünden uykusuz kalıyordu ki? Sorunun cevabını oldukça uzun bir süredir düşünüyordu aslında, ancak gün içinde yaşamış oldukları beyninde geri plâna atılmış olan fikirlerin yeniden gün yüzüne çıkmasına neden olmuşa benziyordu. Her ne olursa olsun içindeki ses tek bir şeyi söylüyordu: git ve onun iyi olduğundan emin ol. Bu sese daha fazla karşı koyamayacağına karar verdiğinde, kendine söylemekte olduğu birçok küfrün sesli bir biçimde yatakhanede yankılanmasına engel olarak, her bir yerine alıştığı yatakhaneyi meraklı bakışları eşliğinde terk etti. Bunu ne için yaptığını bilmiyordu -aslında biliyor olsa da söylemeye cesaret edemiyordu- ama beynine yerleşen o sesi dinlemişti bir kere. Okul bahçesine giden yolda geçirdiği dakikalarda da hep aynı şeyi tekrarlayıp duruyordu: ben ne yapıyorum böyle? Geri dönmeyi, uyumayı düşünmeye başladığı sıralarda, ağaçlık alana çoktan ulaşmıştı bile. Buraya kadar gelmişken, en azından kimsenin burada olmadığından emin olmak istedi genç adam ve sebebini bilmese de adımlarının herhangi bir ses çıkarmaması için çabalayarak ilerledi. Akademinin bu bölümünü daima çok acayip diye tanımlamayı tercih etmişti Benjamin, bu kadar çok ağacın bulunduğu bir bölgeyi başka bir yerde gördüğünü hatırlamıyordu. Ve şimdi burada tek başına, üstelik bu saatte bulunmasına gerçekten hayret ediyordu. Tam kesinlikle saçmaladığı fikrini benimseyip, yeniden yatakhaneye dönme fikrini kendine kabul ettirmişken, tıpkı rüyasında duyduğu ağlama sesini işitti. Merakla büyüyen gözleri, sesin geldiğini düşündüğü noktaya, sol tarafına doğru yöneldi. Adımları biraz önce olduğu gibi yavaş ve sessizdi. Bu işlemi tekrarladığı birkaç saniyeden sonra da, uyandığından bu yana inanmak istemediği o anı yaşıyordu artık: Carmelita ağlıyordu. Kızın bir şeyler anlattığını da işitiyordu ancak pek önemli olduğu söylenemezdi, o an beyni yalnızca sevdiği kızın ağladığı düşüncesini kavrayabiliyordu; kapasitesi bu kadarmış gibi, başka bir şeye odaklanamıyordu. Her ne kadar bunu yapmaması gerektiğine inansa da, istemsizce bakışları bir kere daha ikiliye odaklanmıştı. Oysaki Carmelita’nın yanında başka bir kişinin daha olduğunu yeni anlayabilmişti. O sırada, kendi gözlerinin de dolmaya başladığını hissedebiliyordu. Hayır, hayır, ağlamak yok. Büyük bir çabayla gözyaşlarına engel olmaya çalışıyordu, bütün gücünü onları gözlerinde tutabilmek için harcıyordu. Bu zor olabileceğini düşündüğü şaka plânlarını uygulamaktan çok daha zordu, şimdi en karışık ve zor şakasını gerçekleştirmeyi tercih edebilirdi. Çok zor olsa da kendini kontrol altına alabildikten sonra, ne söyleyeceği konusunda hiçbir fikir yürütmüş olmasa da, Carmelita’nın yanına gitmek istedi ve bu yüzden gizlenmiş olduğu ağacın arkasından çıkmaya niyetlendi. Fakat kafasını çevirdiği anda gözlerinin önünde bir başka beden belirdi; Cornelia idi. Ona herhangi bir şey söylemek ya da bir ifadeyle ne yapmak istediğini anlatmak gibi bir derdi yoktu, yüzüne zorla yerleştirmeye çalıştığı ve başaramadığından emin olduğu bir tebessümü gösterdi sadece. Ardından tek bir kelime etmeyerek kızın yanından geçti ve her saniye aklında olan Carmelita’nın yanına gitmeye çabaladı. Ancak koluna uzanan bir şey, onu engellemişti.
“Onu üzecek bir şey yaparsan ya da duygusallığından faydalanırsan, seni buna pişman ederim Benjamin Caldwell.” İşittiklerinden bir anlam çıkarabilmesi, mantıklı düşünemediğinden olsa gerek oldukça zor bir iş olmuştu. Ne kadar olduğunu bilmediği bir süreden sonra, yine sırıtmak için uğraşarak, sesini belli belirsiz gülümseyen Cornelia’nın kulaklarına ulaştırdı. “Emredersin, Cornelia.” Daha sonra bu kez önceden sergilemiş olduğu hareketlerinin aksine, çok daha hızlı yürüyerek Carmelita’nın yanına ilerledi. Kızın yüzünü daha yakından gördüğünde, rüyasını tekrar yaşadığını düşünmeye başlamıştı. Biri elbette birazdan onu uyandıracaktı, yaşadığı bu kadar şeyin tamamen rüya olduğunu söyleyecekti. Bir süre ciddi bir şekilde bunu beklemişti. Ancak tahmininde yanılınca, Carmy’nin yanına geçti ve ağacın altına, kızın hemen yanına oturdu. Şimdi yapmaya çalıştığı tek şey, Carmy’nin güzelliğine bakmaktı. Hava bulutsuz olduğunda güneşe bakmak gibi zor bir şeydi bu. Ve bakarken, böylesine güzel bir yüze ağlamanın hiçte yakışmadığı düşüncesini, sesli bir biçimde dile getirmişti. “Böylesine güzel bir yüze, gözyaşı hiç yakışmıyor bence.”
|
|
|
Post by Cornelia Lachowski on Jul 18, 2011 4:34:37 GMT 3
Gözleri aralık bedeni pencereye dönüktü, elleriyle sımsıkı sardığı yastığa daha da sokularak yıldızları izlemeye koyuldu. Belki çok çocuktu ya da içinde bir yerlerde hala bir çocuk besliyordu ama küçüklüğünden gelen bu alışkanlıkları günümüze taşıması pek normal gelmiyordu artık. Saatin kaç olduğu konusunda en ufak bir fikri bile yoktu lakin uykunun zerresini dahi vücudunda hissetmiyordu, hafif bir esinti yüzüne ve tüm bedenine çarpıp irkilmesine sebep olduğunda da pek aldırmadı. Gözlerini pencereden Carmelita’ya yönelttiğinde arkadaşının rahatsız bir şekilde mırıldanarak uyumaya çalıştığını gözler önüne seren bir tabloyla karşılaşıverdi ancak pek üzerinde durmadı ve yıldızlara gözleme kaldığı yerden devam etti, geceleri belki de saatlerce yıldızları seyretmeden asla uykuya dalamazdı. Tıpkı sarılacak bir şeyi olmadığında da rahat edemediği gibi, bu bir yastık olsun bir oyuncak olsun veya kedisi Joker olsun hiç fark etmiyordu yeter ki sarılabileceği bir şey olsun. Gözleri sulanmaya başladığında minik kedisi Joker ’in yastığının içinde büzülüp mışıl mışıl uyuduğunu gördü ve iç geçirdi. Çok tatlıydı, çok minikti, eğer dışarıda görse masum olduğuna bile inanabilirdi. Kendisi elindeki, ayaklarındaki ve tabi ki kafasının altındaki üç yastıkla ne kadar gülünç gözükebiliyorsa bu minicik kedi de o kadar tatlı gözüküyordu. Düşüncelerini bir kenara atıp uyumayı deneyeceğine dair kendine söz verdiğinde yastıklarına daha sıkı sarıldı ve zaten kafasının altındaki yastıkta daha rahat bir pozisyon alabilmek için pencere dönük bedeninin yönünü yastığına çevirdi. Sonra da oracıkta bir kedi gibi kıvrıldı ve gözlerini yavaşça kapadı, bir an önce uyumayı diliyordu…
~
Neler olduğunu anlayabilmek adına kendisini hızlıca dürten Carmelita’ya dönmeden aklına gelen ilk cümleleri sarf etmeye başladı ve aralarında ilginçlikten çok çok uzak bir diyalog dönmeye başladı: "Cornelia acil uyan." "Hayır, Carmy, ben yapmadım." "Neyi sen yapmadın? Ah Corny uyanır mısın lütfen?" "Hı, ne var ne oldu?" "Rüyamda pek hoş şeyler gördüğümü söyleyemem. Kafamı dağıtmak için dışarı çıkmam gerek. Seninle." "Kedim Joker sana bu küçük yolculuğunda eşlik edebilir." İyice sersemlemişti, acıdığı için gözlerini açamıyordu. Yavaşça tıslayarak gözleri kapalı bir şekilde fırlayıp giden Carmelita’nın peşinden gitmek üzere ayaklarını yataktan ayırıp zeminle buluşturdu. Elleriyle gözlerini ovuşturdu ve mor halkaların varlığından emin bir şekilde askılı tişört ve altındaki eşofmanla kendini bahçeye, Carmelita’nın yanına atmak için terliklerini ayağına geçirip birkaç adım attı. Zaten yeterince ses çıkarttıklarından emin olduğu için uyanan zaten uyanmıştır gibi bir mantıkla yatakhanenin kapısını açtı ve hiç dikkat etmeden adeta çarptı. Dışarı doğru attığı birkaç adım neticesinde gözüne çarpan, arkadaşının sıkıntılı ve her an patlayacakmış gibi bakan pembeleşmiş suratıydı. Az önceki sersemliğini telafi etmek amacıyla melodik bir tonla şu kelimeler çıktı ağzından: ‘’Beni bekle.’’ Konuşmak asla ona ait bir olay değildi; konuşmak, sıralı cümleler kurmak, akıcı ve etkileyici konuşmak… Hayır, asla becerebileceği şeyler değillerdi lakin hoş bir sesi vardı. En azından Carmelita’yı yatıştıracak kadar hoş olduğuna inanıyordu, bu sebeple karşısında duran pembe suratlı şahsiyeti çekmek için asla konuşmazdı. Konuşur ve tonunu ona göre ayarlardı…
Nereye gideceklerinden tam emin olamaz bir vaziyette önündeki kızı takip etmeye karar verdi, gerçekten kötü hem de çok kötü gözüküyordu. Hayatının her döneminde canından çok sevdiği kardeşi, arkadaşı Carmy hem acılar çekmişti. Hem de çoğu kimsenin hayal bile edemeyeceği acılar, üzüntüler, sıkıntılar, beklentiler. Onda hoşuna giden şey buydu, hayattan bir beklentisi vardı. Kendini pozitifliğe adamıştı, Cornelia kendisinin de gayet pozitif olduğunu düşünüyordu ancak asla Carmelita kadar pozitif olmadığının ve onun yanında fazlasıyla negatif kaldığının da bilincindeydi. Saatin çok geç olduğuna emindi ancak ondan daha da önemlisi -saat her neyse- bu saatte kimsenin bahçeye gelmemesini umut ediyordu çünkü rezalet bir haldeydi. Saçları birbirine karışmıştı, üzerindeki kıyafetler havayla uyum sağlamıyor üşümesine sebep oluyordu, üstüne üstlük ayağında da terlik vardı. Yakında, çok çok yakında donacağını hissedebiliyor ve keşke başka şeyler de alsaydım diye içinden geçirmeden edemiyordu. Gecenin karanlığında sanki yıldızlar tüm ışıklarını ona yöneltiyor, sanki sadece onun dağınık hali göze çarpıyor gibiydi. Buraya kadar beraber yürüdüğü şekerciğin de kendisinden pek farkı yoktu ancak üzerinde lacivert bir hırka vardı ve onun içinde olmaktan pek de memnunmuş gibi gözükmüyordu. Büyük çınar ağacının büyüleyici güzelliği altında, kalın ve toprakla bütünleşmiş gözüken göklerinin arasında bir yer bulup oturan kızlar bozulmamasına dair ettikleri bir yeminin sinir bozucu sessizliği gibi tek kelime etmeden meltemin hareketlendirdiği minik yeşil doğa parçalarını izlemeye koyulmuşlardı; yaprakları… Yüzünün en küçük noktasına hatta gamzelerine kadar merakla dolduğunda güzelim yaprakları bir kenara bırakıp Carmelita’ya döndürdü yüzünü ve ağzından insanüstü bir hızla çıkan kelimelerine hâkim olamadı: ‘’Carmel-‘’ ‘’Cornel-‘’ Merakın iliklerine kadar dolduğu ve depolandığı vücudu ani bir tepki vererek kendini kaybetmesine ve kahkahalarla gülmesine yol açtı, belki birkaç dakika ancak kasvetli ortama birkaç dakikalığına bozacak kadar yeterli bir pozitif enerji deposu… Sadece birkaç dakika sonra Carmelita öylesine içli bir şekilde ağlamaya başladı ki, Cornelia onun her titreyişinin iliklerine işlediğini hissediyor gözlerinden akan her bir damla yaşta içinden bir parça koptuğunu hissediyordu. Gözleri zaten yeterince kızarık değilmiş gibi bir de yaşlarla dolunca gözlerinin yandığını hissedebiliyordu artık, zaten çok hassaslardı. Acıyla Carmy’i yakaladı ve zayıf kollarıyla onu sarmalamaya çalıştı, o buna asla karşı koyamazdı ya da en azından öyle düşünüyordu. Eliyle onun başını kendi dizlerine koydu ve ipek gibi yumuşacık saçlarını okşamaya başladı, tıpkı bebeğini sakinleştirmeye çalışan anne gibi. İkisinin arasında hep böyle bir ilişki olduğuna inanmıştı, çok saçmaydı belki ama bir şekilde inanıyordu işte buna. Carmelita’da sakinliğin belirtileri çok yavaşça gelmeye çabalarken ninni söyler gibi mırıltıyla konuşmaya çabaladı: ‘’Bana gördüklerini anlat tatlım.’’ Yaşlarla ıslanan yanaklarını umursamıyordu bile, sadece onun sakinleşmesini istiyordu ve bu pek kolay olmayacak gibi gözüküyordu. Titreme yavaşlarken en yakın arkadaşının dudaklarından çıkıp kulağına ulaşan sözcükler Carmelita’ya değil, bir yabancıya ait gibiydi; soğuk ve boğuk… Yaşlardan dolayı sözlerini böle böle kelimelere döken arkadaşını dinlemek zor bir şeydi, hem de anladığı her kelimede yüreğinin parçalandığını düşünürsek ıstırap gibiydi. Başkalarının acı çektiğini görmektense cehennemde yanmayı tercih ettiği sayılı zamanlardan birindeydi şimdi, onu yaşıyordu hem de istediği sonsuzlukta ve istediği kadar.
Carmelita, kelimelerini bitirip ağlamasını şiddetlendirdiğinde artık ne yapacağının bilincinde değildi bile. Yapabileceği tek şey onun saçları okşamak, okşamak ve daha çok okşamaktı. Her şeyin iyi olacağını söyleyemezdi çünkü yalan söylemek konusunda pekiyi olmadığı gibi Carmy de onun çok kötü bir yalancı olduğunu biliyordu. İçinde öyle bir burukluk vardı ki, ne çikolata kapatabilirdi bunu ne Joker ne de yağmurda şemsiyenin altında sakin ve uzun bir yürüyüş. Yine de bir şekilde dizlerinde ağlayan kızı teselli etmesi gerektiğinin bilincindeydi, yüzüne küçücük bir tebessüm yerleştirme çabasına girişip dudaklarını araladı: ‘’Ben daima yanında olacağım, her ne olursa olsun. Sadece bunu bilmen, her şeye rağmen bunu bilmen senin için daha iyi olacaktır canım. Ben hep burada, yanında olacağım. Daima.’’ Yaklaşık beş dakika sonra ağlaması azaldı ve yavaştan toparlanma evresine dönmeye başladı Carmelita, gözleri umutla dolan Cornelia’ya ise sadece onun söylediklerine kulak kabartmak kalmıştı: ‘’Ayakta uyuyorsun Corny, bence yatakhaneye geri dönmelisin. Ben de peşinden gelirim merak etme, ayrıca teşekkür ederim.’’ Onun yalnız kalıp düşünmeye ihtiyacı olduğu gerçeğine kendini inandırdıktan sonra yaný baþýndaki kıza kollarını sardı ve sanki bir daha hiç görüşemeyeceklermiş gibi büyük bir üzüntüyle ona sarıldı. Sarılma faslından sonra hızla ayaklandı ve gerçekten çok uykusunun olduğunu da işte o zaman fark etti, hızlıca yaptığı her harekette inanılmaz bir baş ağrısı çekiyordu bu sebeple bir an önce uyumak hayaliyle yavaş adımlarla oradan uzaklaşmayı kafasına koydu. Birkaç metre sonra Albert’la karşılaştığında karşısındaki çocuğun şapşalca tebessümü karşısında donup kaldı, tamam belki zihin okuyamıyordu ama bu tebessüm çok sahteydi. Kendinden beklemediği bir çeviklikle Albert’ın kolunu tuttuğunda zangırdayan başını göz ardı ederek sesini kalınlaştırmaya uğraştı: ‘’Onu üzecek bir şey yaparsan veya duygusallığından faydalanırsan, seni buna pişman ederim Benjamin Caldwell.’’ Söylediği şeylere inanamıyordu, demek ki insan hem sersem hem de duygulu bir anda olunca böyle saçmalayabiliyordu. O da bunu anlamış olacak ki pek üzerinde durmayarak basit bir cevap vererek geçiştirdi ve Carmelita’nın yanına doğru hızlı adımlarla ilerledi. Attığı hızlı adımlar tabi ki çınar ağacının altında oturan kızın yanına gittiğinde son bulmuştu, yanına oturup birkaç kelime konuşulana kadar onları izledi ve daha sonra da rüzgârın en küçük esintisini bile içinde hissedercesine hafifçe titreyerek yatakhanenin yolunu tuttu.
|
|
|
Post by Carmelita D'alora on Jul 19, 2011 2:30:21 GMT 3
Uyandığı andan itibaren duymak istediği o teselli sözcüklerinin üzerinde uğursuz bir kara bulut yığını gibi gezen yalnızlığını soyutlaştırmasından başka pek bir şey istememişti. İstediği şeyi aynı anda alabilmenin verdiği mutlulukla kendisini rahatlatan Cornelia'ı daha fazla ayakta uyutmak istemediğindendir ki kıza gidebileceğini söylemişti. Birkaç saat öncesinin aksine şimdi sessizliğin ona daha iyi geleceğini umuyordu. Kızın sıcak, içten sarılışını aynı şekilde karşıladıktan hemen sonra gözlerini kapatıp başını sert, kuru ve kesinlikle rahat olmayan ağaç gövdesine yasladı. Esen rüzgarın rahatlatıcı etkisinden olsa gerek bedeni iyice uyuşmuş, en ufak bir kıpırdanmayı bile kendisine düşman bildiği sıralarda hemen sağ tarafında hissettiği sıcak, çekici yoğunlun sahibine duyduğu yakınlık ona, Cornelia'nın tekrar yanına gelmiş olabileceğini düşündürmüştü ki gözlerini açtığında belki de hayatı boyunca düştüğü en büyük yanılgının içerisinde olduğunu fark etti. Albert Zihninden geçirdiği bu tek kelime matematikte, hemen yanında duran ve hiçbir kelimenin tanımlamaya yetmeyeceği derecede güzel gözlere sahip genç adama tekabül ediyordu. O Carmelita'nın inançlarına göre kesinlikle bir ilahtı. Belli kişiler dışında kimseyle göz teması kurmaz o güzelliği çoğu insandan mahrum bırakırdı. Carmelita sadece bu yüzden bile kendini şanslı bireyler kategorisine dahil edebilirdi. Çünkü Albert ile çoğu zaman konuşmaktan çok bakışırlardı. Bir dönem boyunca akademi sınırlarında sadece bu gencin gözleri hakkında konuşulduğunu duymuştu. Gözlerine doğrudan bakabilen herkes kendi arkadaş gruplarında seçilmiş kişi ünvanını rahatlıkla alabiliyordu. Geçen yıllarda da akademiden bazı kızların ağızlarından salyalar akıtarak onu takip ettiklerine tanık olduğunda onun bir ilah olduğunu kendince doğrulamıştı. Hem bu genç adamın karşısında vücut ısısının artmasına engel olup, beden hareketlerini rahatlıkla kontrol eden bir kız olabilir miydi? Varsa da o gerçekten bir kız olabilir miydi? Evet, böyle bir kız vardı. Hatta kız olduğuna emin olduğu birisi; kendisi.
Yanına geldiği andan itibaren Carmelita'nın zihninin bu gece görmüş olduğu ve onu gerçekten etkileyen rüyanın dışında tamamen farklı ve tehlikeli sularda gezinmesini sağlamıştı. Tehlikeli sular zira Albert'ı gereğinden fazla düşünmek psikolojik sorunlara yol açabiliyordu. Ve kızın bu gece istediği en son şey ise Albert ile hayal dünyasına dalıp, tamamen kendi kafasında kurduğu, gerçeklik payı olmayan düşüncelere kendini kaptırmasıydı. Bu nedenledir ki az sonra oksijenden yoksun bir odaya hapsedilecekmiş gibi ciğerlerini temiz havayla doldurup, aynı zamanda da yanaklarının üzerinde kurumakta olan gözyaşlarını silerek, ona sarıldı. Aslında konuşmayı istemişti, ancak ne söylemesi gerektiğini tam olarak bilemediğinden vücut diliyle onu yanına kabul ettiğini göstermişti. Lakin burada ters giden bir şeylerin olduğunu fark etmesi uzun sürmedi. Bu gece burada olmayı daha öncesinde planlamamıştı, kendi isteği dışında gelişen olaylar doğrultusunda buraya gelmişti ve ne şaşırtıcı ki Albert'da aynı saatte dışardaydı. Normal şartlar altında ona bir on saat daha sarılabilirdi amma ve lakin merakı diğer tüm duygularını geri plana atmayı başarmıştı. "Senin bu saatte diğerleri gibi uyuyor olman gerekmiyor muydu?" "Senin de bu saatte diğerleri gibi uyuyor olman gerekmiyor muydu?" "Gerekirdi ama uyumuyorum." "Benimde uyuyor olmam gerekirdi ama uyumuyorum." Tüm bunların ardına oğlan bir de göz kırpsaydı Carmelita arkasına bir kez olsun bakmadan, oradan koşarak uzaklaşabilirdi yoksa o övünerek söz ettiği kontrolünü her an kaybedebilirdi. Hatta bunun olmasını önlemek için temas halinde bulunduğu topraktan elleriyle destek alarak kendini biraz olsun ondan uzaklaştırmayı denemişti fakat Albert havaya çekici kokusunu yayarken ve nefes aldığı havada bile bu sayede bir parça olsun bulunabiliyorken ondan uzaklaşmak imkansızlık kelimesinin tam eşiti sayılırdı.
Ondan hiçbir şekilde kaçamayacağını anladığı sırada Albert'ın eli belini sıkıca kavramış, kızı uzaklaştığı doğrultuda kendine yakınlaştırmıştı. Zorluk derecesi Albert'ın yakınında ya da birkaç adım uzağında olmakla azalıp çoğalmadığı için Carmelita içinde bulunduğu bataklıktan boş çırpınışlarla, yorularak batmaya devam etmek yerine huzurlu bir şekilde batmayı tercih ederek teninin temas ettiği her noktayı kavuran gencin göğsüne başını koyup, boşta kalan kollarını da onun vücuduna dolamıştı. "Seni bu kadar üzen şeyi anlatmak ister misin?" Gerçekten anlatmak ister miydi? Bunun ona birkaç damla gözyaşına mâl olacağını bilmesine rağmen anlatmak istiyordu. Olabildiğince kısa kesmeye çalışarak, "Isadora. Onu rüyamda gördüm ve benden ona yardım etmemi istiyordu." diyebildi. Sözcükleriyle eş zamanlı olarak Albert ile göz teması kurabilmek için başını kaldırdı. Bunu duyduğu anda Albert'ın yüzündeki ifadeyi merak ediyordu. Bu duruma nasıl yaklaşacağını sözlerinden önce gözlerindeki derinlikte görmek istiyordu. Gözlerinde tam olarak ne gördüğüne emin olamadan Albert parmaklarıyla kızın yanaklarına süzülen gözyaşlarını sildi. Bu işi yaparken o kadar sevimli gözüküyordu ki Carmelita onu öpmemek için kendini zor tutuyordu. Genç adamın yüzünde tedirginlikte okunuyordu. Sanki karşısındaki beden tek uygunsuz hareketle ellerinde eriyip gidecekmiş gibi dikkatle yaklaşıyor, kendisini incitebilecek her türlü şeyden kaçıyordu. Onun bu ince yaklaşımı Carmelita'yı daha da duygulandırmış olacaktı ki gözyaşlarının tekrar yanaklarına düşmesine izin verdi. Ve işte o anda şimşekler çaktı, tüm evren tepetaklak oldu, zaman durdu. Albert doğrudan Carmelita'nın dudaklarına odaklanmıştı ve yaklaşıyordu. Dünya'ya son sürat hızla yaklaşan bir meteor nasıl durdurulamazsa Albert'da öyleydi. Carmelita şu an sadece o meteorun dünyaya çarpmadan önce yanıp, kül olmasını dileyebilirdi ya da tüm gücüyle kendini bağlı olduğu yörüngelerden kurtarır ve zarar görmezdi. Büyük buluşmanın gerçekleşmesine saliselerin kaldığı o anda kız, oğlanın kesinlikle beklemediği bir hamle yaparak ondan uzaklaştı. Az önce alev alev yanan meteorun şimdi söndüğüne, küle dönüştüğüne her şeyi üzerine bahse girebilirdi.
|
|
|
Post by Albert Benjamin Caldwell on Jul 20, 2011 1:31:19 GMT 3
Gördüğü rüyanın gerçekleşmiş olmasına hâlâ inanamamış olmasının verdiği bir şok ifadesinin yüzünde yer edinmiş olduğuna inanıyordu, en azından bakışlarının o an aptalca bir hal aldığından emin olabilirdi. Neredeyse başka hiçbir yöne hareket etmeyen gözleri karşısındaki kişinin üzerine sabitlenmiş, içindeki merakı hissettirmek istercesine bakıyordu. Aslında yapabildiği tek şey öylece durmaktı, zaten kızın yanında normal davranamadığı söylenebilirdi, buna bir de etkileyici gözlerden akan yaşlar eklenince başka hiçbir zaman böylesine aptallaşmayacağı gerçeği ortaya çıkıyordu. Çok büyük olasılıkla yalnız kalıp, kafasını toplamayı başarabileceği ana kadar büyük saçmalıkların altına imza atacaktı; ancak kesinlikle önemsemiyordu. İçinde bulunduğu ruh hali öylesine acayipti ki, sadece birkaç saniye önce söylemiş olduklarını dahi unutmuştu. Biraz olsun davranışlarının farkına varabilmek, kızın güzelliği karşısında kendini kontrol edebilmek için inanılmaz bir çaba sarf ediyordu. Ancak Carmelita’nın gözlerine devamlı olarak baktığı sürece, bunda başarılı olma ihtimali oldukça azdı. Başka kimsenin bakışlarından böylesine etkilenmezdi, aksine, bu güne dek herkesin yanında rahat tavırlarıyla tanınan biri olmuştu; en azından Benjamin öyle olduğuna inanıyordu. Durumun bu kez olağandan farklı olmasını da yalnızca tek bir şekilde açıklayabiliyordu; onu da söylemeye, kabullenmeye cesaret edemiyordu. Düşüncelerinin oluşturduğu bir dalgada kaybolduğu sırada aralarında bir diyalog geçtiğinin farkında bile değildi.
“Senin bu saatte diğerleri gibi uyuyor olman gerekmiyor muydu?” “Senin de bu saatte diğerleri gibi uyuyor olman gerekmiyor muydu?” “Gerekirdi ama uyumuyorum.” “Benimde uyuyor olmam gerekirdi ama uyumuyorum.”
Verdiği cevaplarının ne kadar gülünç olduğunu kestiremiyordu, sadece birazdan Carmelita gülerek yanından ayrılsa şaşırmayabilirdi. Yüzünde belirsiz bir tebessümün bulunurken birkaç dakikadır burada olmasına karşın kendini saatlerdir, haftalardır, hatta aylardır bu mekânda, Carmy ile baş başa kalmayı sonunda başarabilmiş gibi hissediyordu. Ders esnasında, ders aralarında, kısacası akademideki her anda gözlerinde canlanan sahnenin şu an gerçekleşebilecek olması fikri genç adamı heyecanlandırıyordu. Böylesine istediği, sürekli hayalini kurduğu anı yaşıyor olmasına karşın, işler hiçte önceden düşündüğü gibi ilerlemiyordu. Üstelik sorduğuna pişman olduğu sorunun ardından Carmelita’yı bir kere daha gözyaşları içinde görmek, gün içinde her an hissetmiş olduğu o tuhaflığı her hücresine yeniden hissetmeye başlamasına neden olmuştu. Bu histen nefret ediyordu. Yeter artık Ben, yeter. İçinde sürekli kendine tekrarlandığı ses, onu biraz olsun kendine getirmekte faydalı oluyor gibi görünüyordu. Kızın anlattığı kısa olaydan sonra sağ elinin, gözyaşlarını silmek için harekete geçmesi bunun bir belirtisi olabilirdi. Teni bile öylesine güzeldi ki, elini mümkün olduğunca yavaş hareket ettiriyordu, hiçbir zarar vermeden, hiçbir şekilde canını acıtmadan. Ve bunu yaparken, kendi gözlerinin de dolmaya başladığının farkında değildi. Ağlamayı hiçbir zaman sevmezdi; lakin o an hiçbir önemi olmayacağına inanıyordu. Önemli olan tek bir şey vardı, hayatın tek bir anlamı, gecenin karanlığında, yalnızca ay ışığının aydınlatmak için uğraştığı bir ortamda bulunmasını sağlayacak ve bunu uykudan fedakârlık yaparak gerçekleştirmesini sağlayacak olan tek şey: Carmelita. Başka duygu ve düşüncelerin hiçbir yeri yoktu, kafatasında sanki giderek küçülmekte olan beynini kaplayan tek şey kız ile ilgili hisleriydi. Hayat o an öylesine güzel bir hal almıştı ki, Albert ne kadar saçma olduğunu hiç düşünmeyerek, uzun bir süre Carmy ile bu şekilde kalmak istiyordu.
Mavi gözlerinin etkileyiciliğinden mümkün olduğunca faydalanmaya çalışarak, kıza doğru yaklaşmaya çabaladı. Gözleri, Carmelita’ya ait olan dünyanın en güzel gözlerinden, dudaklarına kaydı. Bedeni her bir salisede kıza daha fazla yaklaşıyordu, içindeki onu öpme isteğine karşı koyamıyordu. Kontrolünü tamamen kaybetmiş durumdaydı, istediğini birazdan gerçekleştirebilirse, gece boyu kendine nasıl geleceği konusunda da hiçbir fikri yoktu. Fakat zaten olaylar beklediği gibi gelişmedi. Neredeyse Carmelita’yı öpecekken kızın ondan uzaklaşan bedenini gördü gözleri. Birkaç saniye boyunca vücudu, aynı pozisyonda sabit bir şekilde kaldı. Olayları yeni fark ediyormuş gibi görünüyordu, az önce yaşananlar beynine iki-üç saniye kadar geç iletiliyordu. Şimdi ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilmiyordu. Zihnindeki tüm düşünceler, gökyüzündeki bulutlardan birine karışıp, bir süre sonra onunla yok olmuştu sanki. Nedenini bilmediği bir şekilde, zaten kendinden uzaklaşmış olan kızdan uzak kalabilmek için birkaç adım geriye gitti. Bir şeyler söyleme ihtiyacı duyuyordu, büyük bir işkenceye benzeyen sessizliği bozmalıydı. “Özür dilerim.” Sesi çok zayıf ve güçsüzdü, hatta Carmelita’nın duyup duymadığından bile şüpheliydi. Söylediklerinin ortamı bir parça da olsa yumuşatmasını diliyordu, kızarmaya başladığını bildiği yüzünü de toprağa gömmek veya mümkün olduğunda çabuk bir şekilde uzaklaşmak.
|
|
|
Post by Carmelita D'alora on Jul 23, 2011 18:01:10 GMT 3
Az önce yaşanılmasına bizzat engel olduğu anı yaşayabilmek için her şeyini verebilecek olan kızın şimdi onu açık bir şekilde reddetmesi çok ironikti. Saçmaydı, budalacaydı. Ancak onu şimdi öpmediği için hala kendisiyle gurur duyabiliyordu. Öyle bir gece geçirmişti ki şu anda bile bir rüyanın içinde olabileceğinden, uyandığında ise kendini afallamış hissedeceğinden neredeyse emindi. Lakin karşısında duran bu varlığın bakışları, teninin sıcaklığı o kadar gerçekti ki rüya, hayal veya benzeri beynin, kişinin zaaflarından yararlanarak içine düşürdüğü kurmacalıklardan biri olamazdı. Albert'ı incittiğinin farkındaydı. Onu kendisinden uzaklaştırmıştı bir de özür dilemesine neden olmuştu tabii. Ah bu çocuğun kibarlığı bacaklarını titretiyordu. Yüzünde tek bir kasın bile hareket etmediği şu anlarda bile o kadar büyüleyiciydi ki. Carmelita bedenindeki her hücrenin bu çocuğa ihtiyaç duyduğunun farkındaydı. Bu yüzdendir ki biraz daha burada kalırsa kontrolünü kaybetmekten korkarak gitmeye karar verdi. Kontrolünü kaybetmiş bir Carmelita bu geceye fazla gelirdi. Bu sefer yaslandığı yaşlı ağaç kavuğundan yardım alarak ayağa kalktı. "Özür dileme. Aramızda yaşanması gereken şeylerin daha uygun bir zaman da ve yerde, ikimiz içinde anlamlı ve asla unutulmayacak bir şekilde gerçekleşmesini isterim. Üzgünüm." Daha fazlasını söyleyemezdi. Zaten söylenebilecek her şeyi de üstü kapalı bir şekilde dile getirmiş olmanın verdiği az buçuk bir rahatlamayla yatakhaneye dönebilirdi.
Attığı her adımla kendisini, vaadedilmiş olan saf mutluluktan uzaklaştırıyordu. Sol tarafında bir şeylerin parçalara ayrılmış olabileceğine emindi. Isadora'nın ondan yardım istediği bir gece de mutlu olmak hatta kardeşinin ona ihtiyaç duyduğu zamanlarda mutlu olamaya çalışmak bile büyük bir hataydı. Yapmayacaktı. Onun iyi olduğunu öğrenene dek kendine mutlu olmayı doğal olarak Albert'ı yasaklamıştı. Yatakhaneye girdiğinde bir ruh kadar cansız ve sessiz bir şekilde hareket ediyordu. Cornelia'nın kısa süreliğine böldüğü uykusuna kedisi Joker eşliğinde devam ettiğini görünce rahatladı. Aksini beklemiyordu ancak Cornelia uyumamış olsaydı onu bu gece, o gittikten sonra olanlar hakkında soru bombardımanına tutacağını biliyordu. Bitkin bedeni bunu kaldıramazdı. Gözlerini kapatıp, vücudunu, kurumuş bir yaprağın dalından ayrılıp toprağa düşüşü gibi usulca yatağına bıraktı. Hiçbir şey düşünmeyecekti. Son dakika gelişmelerini zihninde süzgeçten geçirip, aynı şeyleri tekrar yaşayarak suçluluk duygusunu canlandırmayacaktı. Belki de hayatında yaşayabileceği en güzel anı hiç düşünmeden engellediğini kendine tekrar hatırlatıp, gözyaşı dökmeyecekti. Muhtaç olduğunu sessizliği bulmuşken bunu lanetli gece anılarıyla lekelemeyecekti. Ve kendine uyguladığı ambargo listesini uzatırken zihninin arka taraflarında bir plaktan yükselen Anberlin - Enjoy The Silence* eşliğinde uykunun kollarına bıraktı bir tek suçluluk duygusunu hisseden zavallı bedenini.
|
|
|
Post by Albert Benjamin Caldwell on Jul 26, 2011 2:16:20 GMT 3
Niye hâlâ orada durmakta olduğunu bilmiyordu, çoktan gitmiş olmalıydı. Birkaç saniye önce yaşananlardan sonra, burada durmanın kızarıp, şekilden şekle girmekten başka ne anlamı vardı? Bilmiyordu. Aslında pek çok şeyi bilmiyordu, neden bu aptallığı yaptığını, en çokta en başından beri buraya neden geldiğini, neden bu kadar önemsediğini. Bir yığın düşünce kafasında yankılanırken, buz gibi donuk bir ifadeye sahip olan yüzünü yerin dibine kadar sokma isteği de zaman ilerledikçe daha da artarken, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayalin peşinden sürüklenmişti. Hiç var olmamayı ya da hiç buraya gelmemeyi, zamanı geri almayı ve olayları farklı bir şekilde yaşamayı diliyordu. Bu fikir açıklanamayacak kadar güzeldi, lakin bir o kadar da imkânsız. Zeminden bir an bile ayırmadığı gözlerini, kaçamak bir bakışla kıza doğru yönlendirmeyi düşündü, o an onun yüzündeki ifadeyi görmeyi, bakışlarından bir anlam çıkarmayı ve hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam etmelerini çok istiyordu. Fakat bunda başarılı olamadı, nedenini çözemediği bir şekilde yere hafifçe eğmiş olduğunu kafasını kaldırıp, Carmelita’ya bakmak gibi bir eylemi gerçekleştiremiyordu. Vücudu artık beyninden aldığı komutları yerine getirmiyor gibiydi, artık kesinlikle kontrolünü kaybettiği inancına sahipti. Hava rüzgârlı olmasına karşın yüzüne yerleşmiş olan ve her an daha da artmakta olan soğuk terlerin farkındaydı, ancak o an işitmeye başladıkları dikkatinin dağılmasını, en sonunda bedenindeki değişimleri ve kafasında sürekli tekrarlanmakta olan belirli düşünceleri unutmasını sağlamıştı. Kızın bir şeyler söylemesini ve kendisine sarılmasını öyle çok istemesine rağmen, kulakları işittiklerini beynine iletememişe benziyordu. Bir süre –oldukça uzun bir süre olabilirdi- duydukları hakkında biraz düşündü, her bir kelimenin altını oyuyordu adeta, özenle uğraşarak işitmiş olduğu her şeyden büyük anlamlar çıkarmak için çabalıyordu. Ve adeta bir ‘dank’ sesi eşliğinde, gözlerinin sevinçle parladığı bir anda, özellikle bir kısma dikkat etti. Daha uygun bir zamanda yaşanması gereken mi? Yüzüne büyük bir gülümsenin manasız bir biçimde yayıldığını hissetmesi zor olmamıştı, içinde hissettiği mutluluk dalgasının etkisinin yanında bu hiçbir şeydi. Sevinçle kafasını öyle bir hızla kaldırdı ki, kısa bir an için gezegenin yerinden oynamaya başladığını, her yerin hareket etmekte olduğu fikrine kapıldı; ancak tüm yaşananlar bir baş dönmesinden ibaretti. Gördükleri ise daha da hızlı hareket etmeye başlamasına neden olmuştu; bir süre biraz önce Carmy’nin olduğu noktaya ve civarına bakındı, kız bu çevrede yoktu fakat Benjamin hâlâ aynı yerlere bakmaya devam ediyordu. Her saniye daha da garipleştiğini ciddi ölçüde kabullenmişti artık. Biraz sonra bakışlarını bu kez akademi binasına doğru çevirdi, kendinden bir hayli uzakta olan Carmelita’yı görebiliyordu bu kez. Koşmayı, ona yetişmeyi ve cesaretini toplayabilmişken onu sevdiğini haykırmayı düşündü, bu yalnızca bir düşünce olarak kafasında kaldı. Ama işin sonunun nereye varacağı konusunda bir tahmin yürütmeden, sessizce, akademide geçirdiği çoğu günde yaptığı gibi kızı takip etmeye başladı.
Bu saatte böyle bir işi yaptığına gerçekten inanamıyordu, üstelik Carmelita’nın gelmiş olduğu yer yatakhaneydi. Kızlar yatakhanesi. Birinin onu bu şekilde gördüğünde ne düşüneceğini az çok tahmin ediyordu, gecenin bir yarısı kızlar yatakhanesine girmeye çalışan bir erkek, elbette olumlu bir izlenim uyandırmayacaktı. Lakin bunu düşünmekle fazla uğraşmadı, gece boyunca zaten fazlasıyla hislerine uyarak hareketmiş, mantığının ona ulaştırmak için çabaladığı sesi geri plâna atmıştı. Bir daha bu kadar aptallaşabilir miydi acaba? Bilmiyordu, kestirebildiği tek şey o an bunu yapması gerektiği idi. Ve birkaç dakika bekledikten sonra, kızın ardından yatakhaneye adımını attı. Özellikle bir süre beklemek istemişti, Carmelita uykuya dalmadan görünmek istemiyordu. Belki onunla karşılaşırsa ne diyeceğini bilemediği için, belki de yatakhanede bulunmasını nasıl açıklayacağı hakkında bir fikre sahip olmadığı için. Aslında her ikisi de geçerli gibi görünüyordu, gözleri Carmelita’yı ararken yaptığının ne kadar delice olduğunu yeni kavrayabiliyordu. Beyni gerçekten yavaş çalışmak konusunda inanılmaz bir başarı gösteriyordu. O sırada yatağında uyumakta olan kızı görebildi, uykusunda da güzel olmayı başaran ve aralarında en güzel olan. Gerçekten öylesine güzel ve masum bir şekilde uyuyordu ki, açıklamak için kelimelerin yetersiz kalacağından emin olabilirdi. Kendi yüz ifadesinde de gülümsemenin yer almaya başladığını anladı, belki de sabaha kadar ayakta bekleyip, kızı izleyecekmiş gibi görünüyordu. Bunu gerçekten yapabilirdi, ancak duymaya başladığı o kısık ses, aklında başka bir fikrin aniden beliren bir ışık gibi ortaya çıkmasına neden olmuştu. Carmelita ismini sayıklıyordu. Ağaçlık bölgede yaşananlar ile içinden adeta koparılmış bir parça, yeniden yerini almış gibi hissetti. Büyük bir mutluluk eşliğinde, diğer herkes gibi uyumakta olduğunu yeni keşfedebildiği Cornelia’nın yanından geçerek –bir an onun uyumamış olduğunu, o klasik ses tonuyla ‘seni budala Benjamin Caldwell’ diye bağırarak araya gireceğini düşünüp, korkmuştu- Carmelita’nın tam yanına geldi. Bugün içindeki hiçbir isteğe karşı koyamıyor olmasından dolayıdır belki de, aklına gelen Carmelita ile beraber uyuma fikrine hiçbir şekilde engel olmaya çalışmayarak, mümkün olduğunda ağır hareketler ile kızın yanına sokuldu. Onu uyandırmış olmaktan korkuyor olsa da, bunun çok önemli olmayacağı inancını taşıyordu. Artık çoğu şeyden emindi ve kendini bir tüy gibi hafif, tüm derslerinden istediği notu alan çalışkan bir öğrenci kadar da mutlu hissediyordu. Yüzünü kızın mükemmel bir kokuya sahip olan saçlarına doğru yaklaştırdı, elleri de ona eşlik etti; sanki hızlı davranabileceği bir temasta kırılacakmış gibi dikkatle okşuyordu. Uyandırmamak için çaba sarf ediyordu ama belki de kızın uyanmasını, ona her şeyi anlatmayı ve sürekli hayalini kurduğu o mutluluk tablosunu yaşamak istiyordu.
|
|