Post by Valeria Lajeskie on Jul 16, 2011 0:51:19 GMT 3
Beren
3 Yıl
III. Sınıf
Gecenin karanlığına saklanırcasına henüz yeni sayılan dükkânımıza
ilerliyordum. Knuckturn Yolu'nun karanlık ve ıssız hali garip bir şekilde
hoşuma gidiyordu bu akşam. Normal zamanlarda yalnızca işlerim için geldiğim bu
gizemli sokakta yürümek, artık bir işten çok zevk haline gelmişti benim için.
Havadaki esinti ile cübbeme daha sıkı sarılarak, asamın varlığını hissetmeye
çalıştım. Bu sokaklarda asasız yürümek, oldukça tehlikeli bir işti. Rüzgâr
gittikçe güçleniyordu. Cübbemin yakalarını ellerimle birleştirirken adımlarımı
hızlandırdım. Gece karanlığında neredeyse önümü bile göremezken yürümek oldukça
zordu. Kısa süre sonra dükkânın siyah demir kapısının önündeydim. Dükkân
sadece, karanlık büyücülerin geleceği bir içki dükkânı gibi görünse de bundan
fazlası vardı; aslında bu geceden sonra olmasını umuyordum. Cebimden çıkardığım
anahtar ile dükkânın büyük kapısını yavaşça açtım. İçerisi de sokaklar gibi
karanlıktı ve hiç bir şey görünmüyordu. Bir şeylere çarpmamaya çalışarak,
köşedeki siyah pufların yanında duran ufak lambayı açtım. Lambadan çıkan loş
ışık, dükkândaki her şeyin gözükmesine yetiyordu. Antika süslerimiz, siyah
ahşap masalarımız ve bar bölümündeki içkilerimiz, oldukça hoş bir uyum
içindeydiler. Memnun bir ifadeyle gülümseyerek cübbemi çıkardığım gibi siyah
pufların üzerine yığıldım. Oldukça yorucu bir gündü. Bir an önce Praskovia'nın
gelmesini ve o müthiş tozun yapımına başlamak istiyordum. Başımı hafifçe
kaldırıp, kapının tarafına çevirdim; ancak görünürde kimse yoktu. Homurdanarak
ayağa kalktım ve kendime bir içki aldım. Praskovia her seferinde geç kalmayı
nasıl başarabiliyordu, anlamıyorum. Likör boğazımdan geçerken, yakıcılığını tüm
benliğimde hissedebiliyordum. İçkinin etkisiyle kafamın karışmasını ve hata
yapmayı istemediğim için, bardağı gönülsüzce tezgâha bıraktım. Çalışmalarımızın
başında yaptığımız hatalar, yanlış formüller Praskovia'nın ev cinlerinin
ölümüyle sonuçlanmıştı. Ev cinleri umurumda değildi; ancak yaptığımız her hata;
kardeşlerimin tersine beni gitgide yıldırıyordu. Eğer bu gece istediğimiz
formülü elde edemezsek pes etmeyi bile düşünüyordum. Bu onları yüz üstü
bırakmak gibi olsa da, bu işten artık sıkılmıştım. Ufacık bir toz için bu kadar
deneme ve hata, benim gibi biri için kaldırılabilinecek iş değildi. Elimizden
geleni yapmamıza rağmen, olmuyor ve olmuyordu. Bir kaç kez bu düşüncelerimi
kardeşlerime aktarmıştım; ancak tepkileri benim düşüncelerim aksine pes etmemek
yönündeydi. Daha işin başında olduğumuz için ben de kabullendim ve çalışmalara
devam ettik; ancak bu gece bu formül işi benim için öyle ya da böyle bitecekti.
Çünkü artık dayanamıyordum. Tüm zamanımızı bu formüle veriyorduk ve ben buna
katlanamıyordum.
Kapının açılmasıyla az önceki düşüncülerimden hızla sıyrıldım. İçeriye siyah cübbesiyle
Praskovia girmişti. Cübbesinin şapkasını açarken yüzündeki sinsi gülümseme
heyecanının bir göstergesiydi.. “ Gece için hazır mısın Val?” Tanrım, ne kadar
da istekli görünüyordu; ancak ben onun aksine her zamankinden mutsuz bir ifade
takınmıştım. Yaptığımın doğruluğundan şüphelerim vardı, aslında. O kadar şeyin
üstesinden geldikten sonra, bu gece de başaramasak bile onları yüz üstü
bırakmak ne kadar doğru olabilirdi ki? Tekrar bu düşünceleri tartmaya
başlıyordum. Bunu birçok kez yapmıştım; ancak hala net kararımı verememiştim.
Ama artık bunun için fazlasıyla geçti. Kendime gelmek için başımı hafifçe
salladım. Yüzümde beliren sinsi gülümsemeyle onu yanıtladım. “ Elbette,
kardeşim. Bu gece bu formülü bulmalıyız.” İstekli görünmeye çalışıyordum ve bunu
başarıyor gibiydim. Beni bunaltan düşüncelerden kurtulmalı, sadece formüle
odaklanmalıydım. Bu son gece değil, her şeyin başladığı gece olmalıydı.
Praskovia, isteksizliğimi anlamış olacak ki; bana manalı bir bakış atarak tozumuz için en
önemli maddenin bulunduğu, vampir kanını sakladığımız mahzene doğru yürümeye
başladı. Kendinden emin tavırlarının, bana istek aşıladığının farkındaydım. Bu
gece o tozu elde edeceğimizden emindi; ancak benim aklımdaki soru işaretleri
hiç silinmiyordu. Üstelik bu gece yanında ev cinini de getirmemişti. Kimin ya
da neyin üstünde deneyeceğimiz hakkında şüphelerim vardı. Mırıldandığı şarkı,
oldukça tanıdık ve hoş ezgilere sahipti. Şarkının ritmine uyarak merdivenden
inerken karnımda ağrıların oluştuğunu hissediyordum. Bu gece gerçekten de
heyecanlıydım ve buna ben bile şaşırıyordum. Bir yanım yine beceremeyeceğimizi
düşünürken, diğer yanım bu gece olacağından emindi. Doğrusunu söylemek
gerekirse benim içimdeki bu garip heyecanda buna işaret ediyor gibiydi. Her ne
kadar kendimi fazla umutlandırmak istemesem de, ben de bu gece için diğer
denemelere oranla daha umutluydum. Artık, kesinlikle olmalıydı. Her denemede
toza bir adım daha yaklaşıyorduk. Üstünde tozu denediğimiz ve ölen ev cini
sayısı her seferinde azalıyordu. Bunları düşündükçe, içimde bir umut ışığı
beliriyordu; ancak başarısızlığı düşündükçe bu ışığın güçsüzleştiğini
hissediyordum. Tanrım, neden bu kadar umutsuz olmak zorundaydım ki?
Kardeşlerimi örnek alıp bu kadar kolay silip atmaktan vazgeçmeliydim. Ayağımın
kayması ve sendelememle düşünce dünyamdan sıyrılıp, gerçek dünyaya döndüm.
İçerideki hava akımı ile yüzüme gelen saçlarımı cebimden çıkardığım lastik
tokayla hızlıca toparladım. Hiçbir şey dikkatimi dağıtmamalı, hata
yapmamalıydım. Mahzene iner inmez, adımlarımızı hızlandırıp içindekilerin
görünmemesi için büyülediğimiz kazana yaklaştık. Praskovia, birkaç kez kazanın
etrafında döndükten sonra asasını çıkararak yaptığımız görünmezlik büyüsünü
kaldırdı. Kazana bakarak derin bir nefes aldım ve kardeşimin yanına doğru
yürümeye başladım. “ Sana daha öncede söylediğim gibi V, o kanın miktarını
azalttığımızda toz gerçeğe dönecek ve istediğimiz şeyi alacağız.” Bu sefer ona
gerçekten inanmak istiyordum. İstediğimiz şeyi bu gece gerçekten de almalıydık.
Onu güçlendirmek istercesine kolunu tutup emin bir ifadeyle gülümsedim. Kendi
umutsuzluğumu ona yansıtıp, onun da canını sıkmaz istemiyordum. “ Önden buyur
kardeş. Miktarı sen azalt.” Ona bakarak başımı salladım ve kazana
bağlı şişeye doğru yaklaştım. Ne kadar azaltacağımı belirlemek için kazanın
yanındaki kaşığı aldım ve şişenin içindeki tüm kanı boşalttım. Her hangi bir
miktar hatası yapmamam için şişe temiz olmalıydı. Kanın çok az bir miktarının
yeterli olacağını, Praskovia’dan öğrendiğim için elimdeki kaşığın sadece
yarısını vampir kanı ile doldurdum. Heyecanım giderek artıyordu. Karnımda
hissettiğim sancının güçlendiğini, nefes alış verişlerimin hızlandığının
farkındaydım; ancak bunlara aldırmayarak kanı yavaşça kazana bağlı şişeye
döktüm. Şişenin altındaki ince borudan sıvı geçmesini engelleyecek parçayı
diğer elimle açtım. Kan, yavaş yavaş kazana giderken ikimizde tüm dikkatimizi
bunda yoğunlaştırmıştık. Nefes alış verişlerimi düzene sokmak için elimi
göğsüme götürüm derin nefesler almaya başladım. Şimdi kalp atışlarımı daha net
hissediyordum. Tüm kanın kazana yavaş yavaş akmasını izlerken, karnımdaki
sancılar daha da şiddetleniyordu. Hayatım boyunca yaşadığım en heyecanlı
anlardan biriydi, bu. Dile kolay, aylarca gece gündüz çalışmıştık bu formül
için. Olumsuz neticelerden etkilenip çoğu zaman bırakmak istesem de,
kardeşlerim beni ikna etmiş ve çalışmaya tüm gayretimizle devam etmiştik. Bu
gece bu kadar emeğin sonucunu almalıydık. Ne olursa olsun almalıydık. Ben, tüm
dikkatimi kazana vermişken Praskovia’nın hayal âlemine daldığını
hissedebiliyordum; çünkü böyle durumlarda sessiz kalmayan biriydi, o. Kazanın
fokurdamaya başlamasıyla, birkaç adım geriledim. Çıkan ses, önceki
denemelerimizde olduğu gibi bir paf sesi değildi. Bu sefer hepsinden
farklı bir şekilde kazan fokurduyordu. Yüzümde beliren gülümsemeyle, Praskovia’ya
döndüm. Kendinden emin olmasına rağmen, onun da şaşırdığını görebiliyordum.
Sanırım bu defa kazanda yarı akışkan bir madde ile karşılaşmayacaktık. Bu defa
gerçekten tozu elde edecektik; ancak bu formülün olduğu anlamına gelmezdi. Her
ihtimale karşı birilerinin üzerinde denemeliydik ve bu sefer Praskovia’nın
denek olarak getirdiği ev cinlerinden biri yoktu. Kazandaki fokurdamalar
azalırken, Praskovia kazana yaklaşmış ve parmaklarını etrafında gezdirmeye
başlamıştı. “ Sence artık olmuş mudur?” Yüzündeki endişeyi görebiliyordum. Bu
defa başaramazsak, onun da benimde yıkılacağımızdan emindim. Ama ben ondan çok
daha çabuk pes edecektim. “ Bilemiyorum, sanırım kıvam istediğimiz
gibi; ancak bu formülün işe yarayacağını göstermez. Birinin üzerinde denemeliyiz.
Ev cinin nerede?” Rahatlığı beni korkutmaya başlamıştı. Başından beri bunu
hep ev cinleri üzerinde denemiştik; ancak bu sefer etrafta onlardan birini
göremiyordum. Bir insan üzerinde denemek her ne kadar daha doğru olsa da böyle
bir şey için hayatını tehlikeye atacak kimseyi bulamazdık. Praskovia eğer
aklımdan geçen şeyi yapmayı planlıyorsa, bu işi hafife alıyor demekti ve buna
izin vereceğimi düşünmemeliydi.
3 Yıl
III. Sınıf
Gecenin karanlığına saklanırcasına henüz yeni sayılan dükkânımıza
ilerliyordum. Knuckturn Yolu'nun karanlık ve ıssız hali garip bir şekilde
hoşuma gidiyordu bu akşam. Normal zamanlarda yalnızca işlerim için geldiğim bu
gizemli sokakta yürümek, artık bir işten çok zevk haline gelmişti benim için.
Havadaki esinti ile cübbeme daha sıkı sarılarak, asamın varlığını hissetmeye
çalıştım. Bu sokaklarda asasız yürümek, oldukça tehlikeli bir işti. Rüzgâr
gittikçe güçleniyordu. Cübbemin yakalarını ellerimle birleştirirken adımlarımı
hızlandırdım. Gece karanlığında neredeyse önümü bile göremezken yürümek oldukça
zordu. Kısa süre sonra dükkânın siyah demir kapısının önündeydim. Dükkân
sadece, karanlık büyücülerin geleceği bir içki dükkânı gibi görünse de bundan
fazlası vardı; aslında bu geceden sonra olmasını umuyordum. Cebimden çıkardığım
anahtar ile dükkânın büyük kapısını yavaşça açtım. İçerisi de sokaklar gibi
karanlıktı ve hiç bir şey görünmüyordu. Bir şeylere çarpmamaya çalışarak,
köşedeki siyah pufların yanında duran ufak lambayı açtım. Lambadan çıkan loş
ışık, dükkândaki her şeyin gözükmesine yetiyordu. Antika süslerimiz, siyah
ahşap masalarımız ve bar bölümündeki içkilerimiz, oldukça hoş bir uyum
içindeydiler. Memnun bir ifadeyle gülümseyerek cübbemi çıkardığım gibi siyah
pufların üzerine yığıldım. Oldukça yorucu bir gündü. Bir an önce Praskovia'nın
gelmesini ve o müthiş tozun yapımına başlamak istiyordum. Başımı hafifçe
kaldırıp, kapının tarafına çevirdim; ancak görünürde kimse yoktu. Homurdanarak
ayağa kalktım ve kendime bir içki aldım. Praskovia her seferinde geç kalmayı
nasıl başarabiliyordu, anlamıyorum. Likör boğazımdan geçerken, yakıcılığını tüm
benliğimde hissedebiliyordum. İçkinin etkisiyle kafamın karışmasını ve hata
yapmayı istemediğim için, bardağı gönülsüzce tezgâha bıraktım. Çalışmalarımızın
başında yaptığımız hatalar, yanlış formüller Praskovia'nın ev cinlerinin
ölümüyle sonuçlanmıştı. Ev cinleri umurumda değildi; ancak yaptığımız her hata;
kardeşlerimin tersine beni gitgide yıldırıyordu. Eğer bu gece istediğimiz
formülü elde edemezsek pes etmeyi bile düşünüyordum. Bu onları yüz üstü
bırakmak gibi olsa da, bu işten artık sıkılmıştım. Ufacık bir toz için bu kadar
deneme ve hata, benim gibi biri için kaldırılabilinecek iş değildi. Elimizden
geleni yapmamıza rağmen, olmuyor ve olmuyordu. Bir kaç kez bu düşüncelerimi
kardeşlerime aktarmıştım; ancak tepkileri benim düşüncelerim aksine pes etmemek
yönündeydi. Daha işin başında olduğumuz için ben de kabullendim ve çalışmalara
devam ettik; ancak bu gece bu formül işi benim için öyle ya da böyle bitecekti.
Çünkü artık dayanamıyordum. Tüm zamanımızı bu formüle veriyorduk ve ben buna
katlanamıyordum.
Kapının açılmasıyla az önceki düşüncülerimden hızla sıyrıldım. İçeriye siyah cübbesiyle
Praskovia girmişti. Cübbesinin şapkasını açarken yüzündeki sinsi gülümseme
heyecanının bir göstergesiydi.. “ Gece için hazır mısın Val?” Tanrım, ne kadar
da istekli görünüyordu; ancak ben onun aksine her zamankinden mutsuz bir ifade
takınmıştım. Yaptığımın doğruluğundan şüphelerim vardı, aslında. O kadar şeyin
üstesinden geldikten sonra, bu gece de başaramasak bile onları yüz üstü
bırakmak ne kadar doğru olabilirdi ki? Tekrar bu düşünceleri tartmaya
başlıyordum. Bunu birçok kez yapmıştım; ancak hala net kararımı verememiştim.
Ama artık bunun için fazlasıyla geçti. Kendime gelmek için başımı hafifçe
salladım. Yüzümde beliren sinsi gülümsemeyle onu yanıtladım. “ Elbette,
kardeşim. Bu gece bu formülü bulmalıyız.” İstekli görünmeye çalışıyordum ve bunu
başarıyor gibiydim. Beni bunaltan düşüncelerden kurtulmalı, sadece formüle
odaklanmalıydım. Bu son gece değil, her şeyin başladığı gece olmalıydı.
Praskovia, isteksizliğimi anlamış olacak ki; bana manalı bir bakış atarak tozumuz için en
önemli maddenin bulunduğu, vampir kanını sakladığımız mahzene doğru yürümeye
başladı. Kendinden emin tavırlarının, bana istek aşıladığının farkındaydım. Bu
gece o tozu elde edeceğimizden emindi; ancak benim aklımdaki soru işaretleri
hiç silinmiyordu. Üstelik bu gece yanında ev cinini de getirmemişti. Kimin ya
da neyin üstünde deneyeceğimiz hakkında şüphelerim vardı. Mırıldandığı şarkı,
oldukça tanıdık ve hoş ezgilere sahipti. Şarkının ritmine uyarak merdivenden
inerken karnımda ağrıların oluştuğunu hissediyordum. Bu gece gerçekten de
heyecanlıydım ve buna ben bile şaşırıyordum. Bir yanım yine beceremeyeceğimizi
düşünürken, diğer yanım bu gece olacağından emindi. Doğrusunu söylemek
gerekirse benim içimdeki bu garip heyecanda buna işaret ediyor gibiydi. Her ne
kadar kendimi fazla umutlandırmak istemesem de, ben de bu gece için diğer
denemelere oranla daha umutluydum. Artık, kesinlikle olmalıydı. Her denemede
toza bir adım daha yaklaşıyorduk. Üstünde tozu denediğimiz ve ölen ev cini
sayısı her seferinde azalıyordu. Bunları düşündükçe, içimde bir umut ışığı
beliriyordu; ancak başarısızlığı düşündükçe bu ışığın güçsüzleştiğini
hissediyordum. Tanrım, neden bu kadar umutsuz olmak zorundaydım ki?
Kardeşlerimi örnek alıp bu kadar kolay silip atmaktan vazgeçmeliydim. Ayağımın
kayması ve sendelememle düşünce dünyamdan sıyrılıp, gerçek dünyaya döndüm.
İçerideki hava akımı ile yüzüme gelen saçlarımı cebimden çıkardığım lastik
tokayla hızlıca toparladım. Hiçbir şey dikkatimi dağıtmamalı, hata
yapmamalıydım. Mahzene iner inmez, adımlarımızı hızlandırıp içindekilerin
görünmemesi için büyülediğimiz kazana yaklaştık. Praskovia, birkaç kez kazanın
etrafında döndükten sonra asasını çıkararak yaptığımız görünmezlik büyüsünü
kaldırdı. Kazana bakarak derin bir nefes aldım ve kardeşimin yanına doğru
yürümeye başladım. “ Sana daha öncede söylediğim gibi V, o kanın miktarını
azalttığımızda toz gerçeğe dönecek ve istediğimiz şeyi alacağız.” Bu sefer ona
gerçekten inanmak istiyordum. İstediğimiz şeyi bu gece gerçekten de almalıydık.
Onu güçlendirmek istercesine kolunu tutup emin bir ifadeyle gülümsedim. Kendi
umutsuzluğumu ona yansıtıp, onun da canını sıkmaz istemiyordum. “ Önden buyur
kardeş. Miktarı sen azalt.” Ona bakarak başımı salladım ve kazana
bağlı şişeye doğru yaklaştım. Ne kadar azaltacağımı belirlemek için kazanın
yanındaki kaşığı aldım ve şişenin içindeki tüm kanı boşalttım. Her hangi bir
miktar hatası yapmamam için şişe temiz olmalıydı. Kanın çok az bir miktarının
yeterli olacağını, Praskovia’dan öğrendiğim için elimdeki kaşığın sadece
yarısını vampir kanı ile doldurdum. Heyecanım giderek artıyordu. Karnımda
hissettiğim sancının güçlendiğini, nefes alış verişlerimin hızlandığının
farkındaydım; ancak bunlara aldırmayarak kanı yavaşça kazana bağlı şişeye
döktüm. Şişenin altındaki ince borudan sıvı geçmesini engelleyecek parçayı
diğer elimle açtım. Kan, yavaş yavaş kazana giderken ikimizde tüm dikkatimizi
bunda yoğunlaştırmıştık. Nefes alış verişlerimi düzene sokmak için elimi
göğsüme götürüm derin nefesler almaya başladım. Şimdi kalp atışlarımı daha net
hissediyordum. Tüm kanın kazana yavaş yavaş akmasını izlerken, karnımdaki
sancılar daha da şiddetleniyordu. Hayatım boyunca yaşadığım en heyecanlı
anlardan biriydi, bu. Dile kolay, aylarca gece gündüz çalışmıştık bu formül
için. Olumsuz neticelerden etkilenip çoğu zaman bırakmak istesem de,
kardeşlerim beni ikna etmiş ve çalışmaya tüm gayretimizle devam etmiştik. Bu
gece bu kadar emeğin sonucunu almalıydık. Ne olursa olsun almalıydık. Ben, tüm
dikkatimi kazana vermişken Praskovia’nın hayal âlemine daldığını
hissedebiliyordum; çünkü böyle durumlarda sessiz kalmayan biriydi, o. Kazanın
fokurdamaya başlamasıyla, birkaç adım geriledim. Çıkan ses, önceki
denemelerimizde olduğu gibi bir paf sesi değildi. Bu sefer hepsinden
farklı bir şekilde kazan fokurduyordu. Yüzümde beliren gülümsemeyle, Praskovia’ya
döndüm. Kendinden emin olmasına rağmen, onun da şaşırdığını görebiliyordum.
Sanırım bu defa kazanda yarı akışkan bir madde ile karşılaşmayacaktık. Bu defa
gerçekten tozu elde edecektik; ancak bu formülün olduğu anlamına gelmezdi. Her
ihtimale karşı birilerinin üzerinde denemeliydik ve bu sefer Praskovia’nın
denek olarak getirdiği ev cinlerinden biri yoktu. Kazandaki fokurdamalar
azalırken, Praskovia kazana yaklaşmış ve parmaklarını etrafında gezdirmeye
başlamıştı. “ Sence artık olmuş mudur?” Yüzündeki endişeyi görebiliyordum. Bu
defa başaramazsak, onun da benimde yıkılacağımızdan emindim. Ama ben ondan çok
daha çabuk pes edecektim. “ Bilemiyorum, sanırım kıvam istediğimiz
gibi; ancak bu formülün işe yarayacağını göstermez. Birinin üzerinde denemeliyiz.
Ev cinin nerede?” Rahatlığı beni korkutmaya başlamıştı. Başından beri bunu
hep ev cinleri üzerinde denemiştik; ancak bu sefer etrafta onlardan birini
göremiyordum. Bir insan üzerinde denemek her ne kadar daha doğru olsa da böyle
bir şey için hayatını tehlikeye atacak kimseyi bulamazdık. Praskovia eğer
aklımdan geçen şeyi yapmayı planlıyorsa, bu işi hafife alıyor demekti ve buna
izin vereceğimi düşünmemeliydi.