|
Post by Marveille Croweix on Jun 21, 2011 1:43:08 GMT 3
Rüzgar, bütün soğukluğuyla açık bırakılmış pencereden içeriye dolduğunda, çıplak bedenindeki titremeyle birlikte hafifçe araladı göz kapaklarını, ilk renginin beyaz olduğu anlaşılmaz haldeki kirli çarşafların içindeki genç kadın. Hissettiği anlık ürpertiyle üzerine çekti çarşafları, kirine aldırmaksızın. Kahverengi saçları yüzüne dağılmış, bedeninin pek çok yerinde morluklara ve çeşitli yaralara ev sahipliği yapan kadın, soğuk havanın üstüne bir de baş ağrısı eklenince istemeye istemeye de olsa uykusundan vazgeçip doğruldu yavaşça yatağın içinde, kollarından destek alarak. Her zamanki gibi beynini uyuşturduğu alkol yüzünden dün gece olanları, buraya kiminle geldiğini veya en azından nerede olduğunu hatırlayamasa da bütün vücuduna yayılan ağrıdan ve dağılmışlığından anladığı kadarıyla ona saygı gösterilmemişti. Aslında, bu artık alışmış olması gereken bir şeydi, her seferinde incinmiş hissetmesinin anlamı yoktu belki de ama doğası öylesine kırılgandı ki, bir kez daha hücum etti zehirli düşünceler zihnine. Değersizdi. Şu anda intihar etse, bunu umursayacak veya en azından fark edecek tek bir kişinin bile çıkacağından şüpheliydi. Aynı şeyleri tekrar tekrar düşünüp kendine eziyet etmeyi sonraya bırakarak odanın içinde rastgele atılmış eşyalarını toparlamaya başladı. Neden tercih ettiğini bilmediği dar kotu, göbeğinin biraz üstünde biterek belindeki dövmeyi sergilemesine izin veren tişörtü ve yüksek topuklu ayakkabılarının içinde o kadar ucuz görünüyordu ki, bu bile kendinden nefret etmesi için yeterli bulduğu sebeplerden biriydi. Parmaklarını saçları arasında gezdirip biraz olsun düzelterek yüzünün iki yanına dağılmasına izin verdi. Güzelliği her ne kadar herkesçe bilinen bir şey olsa da, o buna da inanmıyor ve yüzünü cesurca göstermekten çekinerek gerek tonlarca makyajın arkasına, gerekse gür saçlarının arasına saklıyordu onu. Kendine olan bu güvensizliğiydi belki de çevresindeki bütün erkeklerin ondan uzaklaşmasına neden olan. Sonuçta hangi erkek kompleksleri olan ve ona zamanını zehir edicek bir kadını isterdi ki hayatında? Kaç saat uyuduğu hakkında en ufak bir fikri olmamasına karşın, işe gitmek için fazlasıyla geciktiğini biliyordu, tıpkı sevimsiz patronunun böyle aksaklıklara tahammül edemediğini bildiği gibi. Onun kaşları çatılmış, çirkin suratı zihninde belirdiğinde hızlandırdığı adımları, annesinden sürekli duyduğu o dünya sözlerinden biri olan ‘yağmurdan kaçarken doluya tutulmanın’ canlı bir örneğini olarak, bileğini burkup kendini kaldırımda bulmasına sebep olmuştu. Öfkeyle savruldu pis bir küfür, dudakları arasından. Burkulmuş bir bilekle sahneye çıkamayacağını, özellikle de bu kadar geç kaldıktan sonra nasıl açıklayacaktı bilmiyordu. Yaklaşık dört ay önce annesi yaşlılığının getirdiği hastalığa daha fazla dayanamayıp o daha bir çocukken sürekli olarak bahsettiği cennete gittiğinde, yeni reşit olan Marv çalışmaya başlamak zorunda kalmıştı ve 19 yaşındaki bir genç kız, bu gezegende yaşayanların aşağılayarak baktığı bir insan için çok fazla seçenek yoktu önünde. Annesi tarafından hiçbir zaman onaylanmamış arkadaşlarının ona bulduğu ve şu anda bildiği ufak tefek dans hareketlerini öğrendiği bu işi birazdan kaybedeceğini biliyordu. Yanındaki çöp kovasından destek alarak yeniden ayağa kalktığında, sağ bileğindeki sızlamaya ragmen yürümeye devam etti, daha fazla geç kalmamak adına. Sanki Isabel onu bu saatten sonra kabul edecekmiş gibi..
Yıkık dökük barın kapısını büyük bir gıcırtı eşliğinde açıp içeriye girdiğinde patronu onu kolundan tuttuğu gibi kendine çekti, ufak tefek bir kadından beklenmeyecek kadar büyük bir güçle sıkarak. ‘Özür dilerim Isabel, bili-‘ Panikle konuşmaya başlamıştı ama yaşlı cadı onun sözünü kesti. ‘Hangi cehenneme kaybolduğunu sonra açıklarsın küçük orospu. Onu nereden buldun bilmiyorum ama bütün barı senin işe yaramaz dansını izlemek için kapattırdı. Şimdi git, hazırlan ve onu mutlu etmeye bak.’ Bunlar Isabel’den duymayı beklediği şeyler değildi ve şaşkınlıkla açılmıştı yeşil gözleri. Ayrıca bileği bu haldeyken ondan dans etmesini bekleyemezdi ki. ‘Isabel..’ Alacağı tepkiden korkarak başladığı konuşmasını tek solukta tamamladı, sabırsız bakışlarla karşılaştığında. ‘Ben.. Ben bu gece dans edemem, bileğimi burktum.’ Büyük ihtimalle bunlar da patronunun ondan duymayı beklediği son şeyler olmalıydı ki kolunu sıkan parmakları bile gevşemişti birden. ‘Ne? Ne yaptın? Yüce tanrım, gördüğüm en sorumsuz kızsın sen Marveille! Ne yapacağın umrumda değil, eğer bunun buradaki son dansın olmasını istemiyorsan beni mahçup etme. Biraz iç ve bileğindeki acıyı görmezden gel. Git hazırlan. Çabuk.’ Ses tonu öylesine sertti ki ona itiraz etmeyi aklından bile geçirmedi Marv. İtaatkar bir şekilde başını salladı ve bileğindeki acıya aldırmamaya çalışarak soyunma odasına ilerledi. Hızlıca üzerindeki paçavraları çıkarıp yerine siyah, üst kısmı dantellerle süslenmiş, göğüslerini daha büyük gösteren sütyenini ve ince, yok denilecek kadar küçük iç çamaşırını giydi. İnce siyah çorapları, jartiyeri ve topuklu ayakkabılarını kendinden beklenmeyecek bir hızla tamamladıktan sonra üzerine geçirdiği beyaz, geceliği andıran kısa elbiseyse olması gerekenden biraz daha sadeydi ama bunun bir önemi yoktu, ne de olsa üzerinde bir kaç dakikadan fazla kalmayacaktı. Isabel gorse büyük ihtimalle gelmiş geçmiş en saçma şey olduğunu söylerdi bu seksi çamaşırların üzerine giydiği beyaz elbisenin ama Marv onun askılarını indirip vücudundan düşmesini seviyordu. Onu seksi olduğu kadar da masum kılıyordu bu ikili. Kendine çabuk olması gerektiğini hatırlatarak aynanın karşısına geçti aceleyle. Yeşil gözlerini belirginleştirip, çarpıcı kırmızı rujunu da sürdükten sonra hafifçe kabarttı saçlarını parmaklarının yardımıyla. Eh, fena sayılmazdı. Zaten buraya onu görmek için gelmiş uçkur düşkünü bir bunağın onu uzun süre giyinik tutmayacağına, dansını da uzun tutması gerekmeyeceğine emindi ki bu iyi bir şeydi o an için çünkü hem bileğini burkmuştu hem de diğer dansçlılara oranla bu konuda yeni ve deneyimsizdi. Daha önce hiç tek başına çıkmamıştı sahneye ve bunu eline yüzüne bulaştırmaktan duyduğu korkuyla daha da beceriksiz bir hal alacaktı, biliyordu. Derin bir nefes alıp kendini sakinleştirirken, zavallı babasının kızını bu halde görse ne düşüneceğini merak etti.
Sahneye çıktığında, bütün ışıkların üzerinde parladığını fark etti genç kadın, müşterisinin kim olduğunu görmek için belli etmemeye çalışarak etrafa bakınırken. O, sahnenin hemen önüne yapışmış salya akıtsa da cüzdanı kalın bir bunağı beklerken, karşılaştığı manzara günün ikinci şaşkınlığıydı onun için. Gizemli bir şekilde elinde parlayan viski bardağıyla arka masalardan birine oturmuş, karanlıktan yüzünü göremediği siyahlar içinde bir adamdı. Merakı gittikçe artarken başlayan müzikle birlikte iğrendiği işine verdi aklını, bileğindeki acıyı unutması gerektiğini düşünüp aksak hareketlerini belli etmemeye çalışarak. Vücuduna yapışan beyaz elbisenin yavaşça üzerinden düşmesine izin verdikten sonra parmaklarıyla soğuk direği kavradı ve çıplak sırtını ona yaslayarak şarkının melodisiyle uyumlu bir şekilde inip çıkmaya başladı. Yüzüne yansıyan bıkmışlığı başarıyla gizleyerek yavaş hareketlerle dansına devam ediyor ve her hareketinde daha da tiksiniyordu varlığından.
Tek başınayken her zaman olduğundan daha da uzun gelen bu pis dansının sonunda, masasında oturup hiçbir yaşam belirtisi göstermeden onu izleyen adamdan en ufak bir tepki bile almaması canını sıkmış olsa da bakışlarına yerleştirdiği ama sahte olduğuda apaçık belli olan şehvetli bir ifadeyle ona doğru yürüdü, çağırılmamış olmasına rağmen. Güzelliği sayesinde tanıştığı her erkekten kısa sureli de olsa ilgi görmeye alışmış olan bu kadın için onun tepkisizliği ilginç bir şekilde çekici geliyordu. Masasına ulaştığında en baştan çıkartıcı gülümsemesiyle izin istedi ona katılmak için, sadece göstermelik olarak. Adamın yavaşça başını aşağıya doğru indirmesiyle cesaret alan genç kadın, aralarındaki mesafeyi kapatıp bacaklarını iki yana açarak kucağına bırakmıştı kendini, yüz yüze gelebilecekleri bir şekilde. Bu yabancının yüzü, beklediğinin aksine öylesine yakışıklıydı ki Marv gibi birinden ne istediğini düşünmeden duramıyordu. Parmaklarını onun kısa saçlarında gezdirirken onun koyu renk, içini okuyormuşçasına bakan gözlerine sabitledi büyüleyici bakışlarını. ‘Sizin için ne yapabilirim?’
|
|
|
Post by Aleksandre Chapell on Jun 21, 2011 4:20:07 GMT 3
Elini kapıya dokundurmasıyla kilit yavaşça dönmeye başlamıştı. Kapı gıcırdayarak açılırken buzlu camlar arasından görmediği yeşil ile gri arasında bir tonda önlük takmış bir garsonla karşılaştı. Geldiğinde hala işine devam ediyor görünen garson paspası gelen siyah takımlı beyefendinin rugan ayakkabılarına çarptığında bir şaşkınlık nidası yükseldi. “Siz burada ne arıyorsunuz? Hem nasıl girdiniz, kapı ka...” Alex gülümseyen yüzündeki dudaklarını aralayarak araya girmekte gecikmemişti. “Açık unutmuşsunuz. Kapıya dokunduğumda kendiğinden açılıverdi.” Bir hırsız gibi kapıyı açtığını söylemek şüphe bırakırdı. Ah bu sabırsızlığı bir bırakamayacaktı. Babası bu huyunu bıraksa mükemmel bir mucit olacağını söyleyip dururdu. Ancak bu sefer sabırsızlanmamak elinde değildi. Patlamanın ve başarısız olan deneyin üzerinden geçen on yıldan sonra babasının başaramadığını bitirmesine ramak kalmıştı. Düşündükçe bacaklarının titremesine sebeb olan bir fikirdi. Resmi bir dille sözlerini sürdürdü. “Ama bu önemli değil. Yetkili biriyle görüşmek istiyorum. Sonra belki beni içeri aldığın için ikramiye alabilirsin. Hatta bu da benden biraz bahşiş.” Çocuğun cebine biraz para sıkıştırırken göz kırptı ve masaya dayanarak gitmesini izledi. Kısa kızıl saçlı, çilli yüzündeki yeşil gözleri parlayan temizlikçi aklındaki tüm soruları unutmuş gibiydi. Başını hevesle sallayarak paspası duvara yaslayıp içeriye gitti. Alex'in gözleri çocuğun gitmesiyle mekanda dolaşmaya başlamıştı. Genel olarak hemen her yeri dökülen barın bakıma muhtaç olduğu açıktı. En sağlam ve yeni görünen yer dansçılarının gösterilerini sergilediği alan ve ona yakın localardı. Birkaç dansçının rahatça dans edebileceği kadar büyük pistte süslü direkler dikkat çekiyordu. Bir köşedeki muhtemelen önceki geceden kalma üzerinde ter izleri bulunan pembe bir giysi dikkatini çekti. Elini hafifçe kaldırmasıyla giysi de bir yılan gibi kıpırdandı sonra parmaklarının hareketiyle dans etmeye başladı. Fakat tam bu sırada ufukta kızıl saçlarının görünmesiyle elini aniden indirmesiyle giysi bir pat sesiyle tekrar yere düştü. “Sizi odasında bekliyor. Hemen şurada sahnenin arkasında tuvaletleri geçtikten sonra yolu takip edin en uçtaki oda.” Çatlamış boyaların daha belirginleştiği ve bar kısmına göre daha kötü durumda olan kulislerin ve pek hoş kokular duymadığı tuvaletlerin olduğu koridorla karşılaşmıştı. Alışık olmadığı için hızlı adımlarla koridoru geçerek sona ulaştığında duyduğu sesler kapıdan dışarı taşıyordu. “Sana işi bilen birini gönder demiştim Jimy. Ama görüyorum ki yolladığın sadece aptal bir ergen. Vasat olması yetmiyormuş gibi yine işi aksatıyor. Evet... Evet. Hemen onu geri alıyorsun ve hangi pislikten gelmişse oraya geri yolluyorsun. Parasına başlatma şimdi. Ne olmuş biraz paranı aks...” Telefonun sertçe kapanma sesini duymasının arkasından kapıyı tıklattı. Sinirli sesle gelmesini söyleyen sahibin odasının kapısını araladı.
“Merhaba. Ben Alex. Yanlış bir zamanda geldim sanırım. Keyifsiz bir gününüzde gibi görünüyor.” Başını kaldıran kişi saçı başı dağılmış ufak tefek bir kadındı.Kızıl saçlarının arasındaki beyazlar solgun kemikli yüzünü tamamlıyordu. Kemikli boğum boğum ellerini sertçe masaya vuran kadın iç çekerek bir küfür mırıldandı. “Ne zaman keyfim yerinde oldu ki. Ben de Isabell. Buranın sahibesiyim. Boşver kibarlığı da sadede gel evlat.” Alex bunun üzerine içeri geçerek kadının karşısındaki koltuğa oturdu. Zengin bir züppe tavrıyla bacak bacak üstüne atarken para dolu çantayı masaya bıraktı. Çantayı açmamasına rağmen kadın tahmin etmiş olacak ki gözleri yuvarlandı. Alex hafif bir gülümsemeyle konuşmaya başladı. “Pekala... Size birazdan söyleyeceklerim keyfinizi yerine getirecek merak etmeyin. Burayı kapatmak istiyorum. Karşılığında bir günlük kazancınızın üç katını vermeye razıyım.” Kadının gözleri şaşkınlıkla yerinden oynamıştı. Muhtemelen kesat giden işler yüzünden virane kalan bir mekanı neredeyse satacak haldeydi. Hatta istese bu çantadakiler almaya da yeterdi. Ancak istediği sadece tek bir kişiydi. “Bu... burayı mı? Hiçbir satıcı malını kötülemez ama burası için böyle bir teklifi ilk kez alıyorum. Bir şey ister misin evlat. Viski?” Hafifçe gülümseyerek başını salladı. Kadının uzattığı içkiden dudaklarını ve damaklarını ıslatacak kadar içti. Ancak memnun kalmıştı. En azından içkileri iyiydi. Kadın önüne katalog koymakta da gecikmemişti. Sarı kıvırcık saçlı güzel göğüslerini şehvetle sergileyen bir kızı özellikle öne koymuştu. Gözdelerinden olmalıydı ancak Alex ilgilenmiyormuş gibi kenara çekti ve dudaklarını konuşmak için araladı. “Çünkü değerli bir hazineye daha yeni sahip oldunuz. Ayrıca bu resimleri koymanız boşuna. Seçimimi çoktan yaptım. Tek bir kişiyi istiyorum. Marveille Croweix. Umarım az önce kovduğunuz o değildir.” Kadın zevkli zevkli içkisini yudumlarken gözleri irileşti ve bardağı tutan boğum boğum parmaklar titredi. İnsanlarla oynamayı eğlenceli bulan Alex'i gülümsetmişti bu hareket. “Yo-yo o-olur mu öyle şey. Ama yine de kız biraz...” İçinden küftetti. Kadının yüz ifadesi aksini söylüyordu çünkü. Üzgün görünerek derin bir iç çekti. “Tek istediğim o. Korktuğum gibiyse vaziyet arkadaşınıza gittiği yeri söylemesini rica edin.” Çantayı masadan çekerek yere koydu tekrar ve yavaşça doğruldu. Masaya kartını koyup tam gidiyordu ki beklediği gibi boğumlu eller nazik olmaya çalışarak bileğini tuttu. “Marveilleyi istiyorsanız o olacak evlat. Bu gece değil mi? Hemen ayarlamaları yapacağım. İsterseniz yan bir gösteri için birbaşkasını daha...” Rahatlamış görünerek gülümsedi. Gerçi cidden de öyleydi. Avuçlarının içindeyken o güzel güvercini kaçırmak istemiyordu. “Hayır. Ben utangaç biriyim. Sadece o ve ben olalım istiyorum. Bunu sağlayabilir misiniz?” Kadın çenesini kaşırken düşünceli göründü bir an sonra yataklanarak cevapladı. “Evet elbette.” Alex gülümseyerek çantadaki paranın bir kısmını Isabell'e verdi. Ardından ıslık çalarak kendini karanlık sokaklara bıraktı. Onca aradan sonra bu gece amacına ulaşıyordu.
Aynı Günün Gecesi...
Işıklar parlarken rahatlamış bir şekilde nefes verdi. Marveille'nin giydiği beyaz elbise ışıkla buluşunca güzel insanın içindeki iç çamaşırlarını bir parça da olsa ifşa ediyordu. Kadının 'biraz...' diyerek başlayıp devam ettiremediği şeyi anlayabiliyordu. Daha önce izlediklerine göre daha tecrübesizdi. Ayrıca kendini şehvetin kollarına bırakmış çıkamayacağı bu bataklıktan zevk almaya bakan fahişelerin aksine dansında ruh yoktu. Şehvetli gülümsemeler sahtelikten ibaretti ve bunu diğerlerinden daha fazla belli ediyordu. Ayrıca bir tarafa olan hamlelerinde sık sık sendeliyordu. Bacaklarından birisi burkulu olmalıydı. Bütün bunlar dansın mükemmelliğini bozuyordu ama güzelliğine en ufak bir eksi bile getirmiyordu. Omuzlarından beyaz elbisesine dökülen buklelerin salınışı, eğilmesiyle belli olan ve dans hızlandıkça terle parlayan göğüsleri, direkte yukarı aşağı ilerleyen bacakları... Beyaz elbise üzerinden düşerken bir an için bu güzelin kendisini heyecanlandırdığını fark etti. İçkiyi dikerek sakin olmaya çalıştı. İleri gider ve ona kendisini zevk düşkünü biri gibi gösterirse tüm planı bozardı. Neden sonra dans bittiğinde genç striptizci salına salına yanına gelirken ciddi duruşunu korudu. Kucağına oturmasına izin verdiğinde kalçaların hissiyle yine içinden bir parça hareketlendi. Kadının sorusu kulaklarına dolarken onun beklediği şeyi yapmamak için kendisini zor tuttu. İçkisini yudumlarken iki parmağıyla kadının saçlarını kaldırıp yüzünü ortaya çıkardı. Makyajla sahteleşmese gerçekten güzel bir yüzdü. “Eğlence... Tıpkı herkes gibi.” Parmağıyla kadının yüzünü okşadı. Sonra duraksayarak ekledi. “Ancak sanırım bugün uygun bir günde değildin” Ardından yerde sallanan burkulmuş bacağa dokundu. “Bacağın... Sanırım burkulmuş. Sanırım önce onun için bir şey yapmalıyız. Şanslısın ki bir doktorum.” Aslında bilimadamıydı ancak aşağı yukarı yakın şeylerdi zaten. Kızı kucağında yan çevirip hafifçe kaydırırken biraz buz alıp hafif masajlarla başlayarak bacakla ilgilenmeye başladı. “O arada neden biraz kendinden bahsetmiyorsun?”
|
|
|
Post by Marveille Croweix on Jun 21, 2011 6:03:14 GMT 3
Yüzünü saklamak için kasıtlı olarak dağınık bıraktığı buklelerinin geriye atılmasıyla oluşan anlık tedirginliği, yanaklarında nazikçe dolaşan parmakları hissetmesiyle birlikte yok olmuştu. Daha öncekiler gibi onun da güzelliğinden etkilendiği apaçık ortadaydı ama bu mutluluktan çok hüzün veriyordu genç kadına, bir kaç parıltılı bakışa ve boyanmış sahteliğe kanan, onu hiçbir zaman gerçekten sevememiş erkekleriyle sonunun nasıl olduğunu çok iyi bildiğinden. Şu anda kucağında oturduğu, kim olduğunu bile bilmediği yabancıyla da aynı sahnelerin tekrarlanacağını biliyordu ve bu gerçekler onun içinde olduğu anı yaşaması engelliyordu. Yine de bu adamda farklı, özel bir şeyler vardı. Bakışlarında daha önce tanıdığı hiç kimsede görmediği türden bir şeyler karşılaşmıştı; ilgi. Ne kadarı gerçek, ne kadarı sahteydi anlayamazdı ama gördüğü şeyin ne olduğunu biliyordu ve bu şey ruhunun en saklı köşelerinde gizlenmiş küçük bir kızı uyandırmıştı adeta. Şaşkınlıktan iri iri açılan yeşil gözleri ürkek bir ifadeyle onu izliyordu. Ona sahip olması bu kadar kolayken ve istediği her şeyi yapabilecekken sadece masaj yapıp konuşmayı mı tercih ediyordu yani? Bu, kesinlikle aşina olduğu bir davranış şekli olmasa da kollarında olduğu yabancıyı ilk görüşünde anlamıştı zaten, bambaşka biri olduğunu. Keskin yüz hatları, hafif kirli sakalı ve delici bakışlarıyla sık rastlanılmayacak türden bir yakışıklılığa sahipti. ‘Ben.. Yani sen, kendimden mi bahsetmemi istiyorsun gerçekten?’ Ses tonundaki şaşkınlığı gizleme gereği duymuyordu Marv, bu yabancı onu açıklayamadığı bir şekilde rahatlatıyordu ve onun kollarındayken hiç olmadığı biriymiş gibi davranmaya, rol yapmaya gerek duymuyordu. Çocukluğuna ait, silik hatıralarında olduğu gibi… Babasının varlığının bir zamanlar ona verdiği huzur gibi. Yokluğunda onu bu gezegenin acımasızlıklarına karşı koruyacak, kimsenin kalmayışı olması gerektiği gibi güçlü kılmamıştı Marv’i. Tam tersine ne yapacağını bilmez bir şekilde, etrafında olup biten onlarca şeye karşı savunmasız kalmıştı ve onca zamandan sonra belki de ilk kez babasının verdiği huzuru yaşatabiliyordu bir erkek ona. Bu düşünceler, zihninde bir bir beliren hatıralar gözlerinin dolmasına ve bir damla göz yaşının yanaklarından süzülmesine neden olmuştu. ‘Neyin var Marveille? Canını mı yaktım?’ Kızın yanağındaki ıslaklığı fark etmesiyle birlikte bileğine yaptığı masajı kesen ve elinin tersiyle göz yaşlarını silen yabancının şaşkınlığını anlayabiliyordu. ‘Hayır, hayır. Seninle ilgisi yok. Ben.. Sadece..’ Ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu o an ve bu yüzden tüm içtenliğiyle döküldü gerçekler dudakları arasından. ‘Bana babamı hatırlattın. O, öldürüldü de.. Ama doğrusunu istersen gün içinde onun aklıma gelmesi için içtiği içkilerden birini görmem bile yetiyor. ’ Beceriksiz bir gülümsemeyle geçiştirmeye çalıştı bu tatsız konuyu. Sonuçta ne kadar farklı görünürse görünsün onu eğlendirmesi için para ödemişti, keyfini kaçırması için değil.Babasını ve onunla ilgili anılarını daha sonra düşünüp kendine acı çektirmeye karar vererek konuyu değiştirmeye çalıştı, daha da derinlere inilirse içinden çıkamayacağını bildiğinden. ‘Peki sen kimsin?’ Aniden sormuştu bunu gecenin başından beri sürdürdüğü doğallığıyla, doğru olup olmamasını umursamadan. Belki de adam haklıydı bunun doğru bir gün olmadığını söylerken. Yine de batacağı kadar batmıştı ve Isabel de onu burada fazla tutmayacağının belirtilerini çoktan göstermeye başlamıştı. Bu yüzden oyunu kurallarına gore oynamaya gerek duymuyordu ve henüz kim olduğunu bilmediği yabancının üstüne gitmeye kararlıydı. ‘Neden ben? O yaşlı cadının sana beni tavsiye etmediğine eminim.’ Onun kendine has bu şımarık tavırlarına veya iki dakika önce ağlayıp daha sonra hiçbir şey yokmuş gibi davranarak kanıtladığı dengesizliğine ne kadar katlanabileceğini merak ediyordu. Güzelliği için bütün bunlar çekilir miydi peki? Buna pek ihtimal vermiyordu zira bu barda ondan çok daha güzel ve işini bilen kızlar da vardı. Oysa ki piyango ona vurmuştu ve Marv bunu nasıl değerlendireceğini bile bilmez bir halde, adamın beklediği kadınsı striptizciden çok uzak bir şekilde, küçük bir kız çocuğuna ait tavırlar sergiliyordu. Nefesini kesecek kadar yakışıklı bir erkeğin güçlü kolları arasındayken diğerlerinin aksine onu tavlamaya çalışmaktan ziyade onu tanımak istediğini fark etti. Kim olduğunu bilmek, hakkındaki her şeyi, en ufak ayrıntısına kadar öğrenmek... Onun hayatının bir parçası olmayı istedi genç kadın, bir anlığına da olsa onun büyüsüne kapılarak. Her genç kız gibi hayal kurmaya çok müsait bir yapısı vardı ama içinde olduğu an bunun için mükemmel an değildi belki de. Hafifçe eğildi boynuna doğru ve küçük, masum bir öpücük verdi ona, parfümünün kokusu başını döndürürken. Bedeninin onu istediğini inkar edemezdi ama hiç tanımadığı bir yabancıya karşı aynı anda hem duygusal hem de cinsel bir çekim duyması onun için fazlasıyla garip bir durumdu. Üstelik onun bu sabırlı ve kendinden emin tavrı daha da çekici olmasını sağlıyordu genç kadının gözünde. Her kim olursa olsun, işini bildiği aşikardı.
|
|
|
Post by Aleksandre Chapell on Jun 22, 2011 4:06:32 GMT 3
“Ben... Yani sen, kendimden mi bahsetmemi istiyorsun gerçekten?” Kadının şaşkınlığı tam da durumundan beklenecek şeydi. Nihayetinde kimsenin adını bile umursamadığı, tek gördüğü muamelenin tensel zevkler olan bir fahişeydi. Daha bacağı ile ilgilendiğinde bile şaşırmış ve hoşlanmış olması bu yüzdendi. Ancak ilgisini çeken şey itiraz etmemesi tavrını kabullenmesiydi. Güzel striptizci hala öyle birilerinin var olacağını umuyordu. Hafif bir gülümseme ve baş sallamayla yetinirken bacağı ile ilgilenmeyi sürdürdü. Yaptığı masaj o bölgeyi uyuşturmak içindi ve şimdi burkulan bölgeyi düzeltmeye gelmişti. Olabildiğince ani ama yumuşak bir hamleyle döndürdü. Kasılma olmaması hissetmediğini gösterir gibiydi. Ancak cadı ile göz göze geldiğinde onun ağladığını fark etmişti. “Neyin var Marveille? Canını mı yaktım? Sesine şaşkın bir ton katsa da masajdan olmadığını az çok tahmin ediyordu. “Bana babamı hatırlattın. O, öldürüldü de.. Ama doğrusunu istersen gün içinde onun aklıma gelmesi için içtiği içkilerden birini görmem bile yetiyor.” Anlayışlı bir tavırla başını salladı. Hikayeyi biliyordu ki zaten buraya geliş sebebi buydu. Alex'in babası düşkün durumdaki insan şehirlerini dolaşır akılalmaz yardımlarda bulunurdu. Sadece maddi olarak açtığı fabrikaların yanında her derdine koşar ve güvenlerini kazanırdı. Zamanla insanlar ondan borç almaya bile başlamıştı. Önce borçlarının karşılığı olarak fabrikalarında gönüllü işçileri olmuşlardı ve sonra aralarından bazı özel kişiler teklif edilen yüksek meblağlara ve borçların silinmesine kanıp onun deneği oluyorlardı. Deneklerden bir daha haber alınamıyordu. Ancak patama sonrası kale şeklinde labaratuvarda bulunanlar gerçeği ortaya koyuyordu. İnsanlar üzerlerinde uygulanan deneylerle deforme olmuş yaratıklara dönüşmüşlerdi. Biri hariç ki o patlamayı yapan kişiydi. Marveille'nin babası deney serumuna olumlu tepki vermiş ve farkındalığının artırılmasıyla birlikte gücü de ortaya çıkmıştı. Kayıtlar ateşle ilgili bir şey olduğunu dile getiriyordu. Sonra her şey kontrolden çıkmış ve patlama olmuştu. Bunları oradan kaçmayı başaran ve akabinde tımarhaneye yatırılan bir doktordan öğrenmişti. Denek aileleri tek tek araştırmış ve babasının bitmemiş formülünü denemişti. Formül konusunda epey ilerleme kaydetmişti ancak denekler yeterince güçlü değildi. Irkların kanla varlığını sürdürdüğü gerçeğine bakarak da o güce bağışıklığın kızda da olabileceğini düşünmüş ve bu da onu buraya getirmişti. Aslında babaları teknik olarak birbirlerinin katilleriydi ve ikisi de aynı eksiklikle büyümüş çocuklardı. Hayatın Alex'i zengin bir beyefendi onu ise bir striptizci yapması dışında pek bir farkları yoktu. Bu bir an için gerçekten de ona yakın hissetmesine neden olmuştu. Belki de bu yüzden her şeyi kafasında planladığı halde kim olduğunu sorduğunda bir an bocalamış kafasını toplamaya ihtiyaç duymuştu. Boynunda hissettiği masum öpücükle derin düşüncelerinden kopartılıp uyarılırken dudaklarını araladı.
“Baban için üzüldüm. Benim de babam ben küçükken öldü ve bu yüzden acını anlıyorum ama onu hatırlatacak kadar benzemek bir açıdan hoşuma gitmedi değil.” Elleri gür saçları dalgın dalgın okşuyordu. Sözlerini sürdürmeden önce kadına hafifçe yaklaşarak hoş parfüm kokusunu içine çekti ve tıpkı onun yaptığı gibi gerdanına hafif bir öpücük kondurdu. Ardından kulağına fısıldayarak sözlerini tamamladı. “İnsan kızlarının babalarına aşık olduğunu duymuştum ve eğer bu doğruysa bir şansım var demektir.” Aslında bütün mesele ilk temas ettiği karşı cins olması ile ilgiliydi. Hatta bırakılmış ya da dadı tarafından büyütülmüş çocuklarda ilgi bakıcılara kayabiliyordu. Bazı ikizlerdeki ensest ilişki de bu yüzdendi. Ama sağlıklı bir ailede baba bir kız için önemli bir modeldi. Öyle ki pek çok insan kızı babası gibisini bulamadığından evde kalırdı. Bütün bunları psikoloji dersini anlatan insan profesör Hoffman'dan dinlemişti. Psikolojiye her zaman önem verirdi zira insanları nasıl yöneteceğini gösterirdi. “Bu arada haklısın seni önermedi hatta ortalarda olmadığı için kızgındı ve seni geri göndermekten bahsediyordu. Ancak ona engel oldum. Fazlasını yapmayı dilerdim ancak şimdilik elimden bu kadarı geldi. Sebebini ben de bilmiyorum ama diğerlerinden farklı ve özel olduğun için diyebilirim.” Derin bir nefes alarak ellerini kaldırdı ve bir şarap şişesi uçarak Marveille'nin kucağına kondu. Ardından iki kadeh havada dans ederek yanlarına geldi ve şişeden şaraplar kadehlere boşaldı. Yeteneğini kullanmakta usta biri olarak bunu yapmakta zorlanmamıştı. Kadehi kadının elinine bıraktıktan sonra şişeyi de önlerindeki masaya yerleştirdi. Kadehe doldurduğu şaraptan bir yudum alırken ekledi. “Benim hakkımda merak ettiklerin içinse bedel olarak kendinden bir şeyler anlatmalısın.” Göz kırptı. “Eşit takas.”
|
|
|
Post by Marveille Croweix on Jun 23, 2011 2:13:35 GMT 3
Henüz adını bile bilmediği bir adamın ona hatırlattığı babasının anıları arasında boğulur gibi oluyordu genç kadın, bakışlarınındaki acıyı saklama gereği duymadan parmaklarını şarap bardağının ağzında gezdirirken. O adamdan, tanıdığı ilk ve tek gerçek erkekten kalan hatıraları öylesine silik ve yarımdı ki, yüzünü unutmaktan korkuyor, her gece uykuya dalmadan önce anımsamaya çalışıyordu. Hayallerinde öylesine yakışıklı, öylesine çekici ve büyüleyici biri haline getirmişti ki babasını, onun boşluğunu dolduracak bir erkeği bulamıyordu şimdilerde. Hayatına giren bütün sevgililerini onunla kıyaslıyor ve er ya da geç yaşadığı tatminsizliği onlara yansıtıyordu. Sonra ne mi oluyordu? Erkeklerinin egosunu yeterince tatmin edemediğinden ve gururlarını zedelediğinden terk ediliyor veya nadir de olsa şiddet görüyordu. Şarap bardağını tutan elinin altındaki morluk da böyle bir tartışmanın sonunda vücuduna eklenmiş yaralarından sadece biriydi ve adamın gözlerini oraya diktiğini fark ettiğindeyse bunu çok önemsemediğini belli eden bir ses tonuyla mırıldandı. ‘Hayatımı mı öğrenmek istiyorsun? Parıltılı şeyler duymayacağına garanti verebilirim.’ Dengesizliği yavaş yavaş belli etmeye başlamıştı kendini ki zaman geçtikçe o ilk heyecanlı, küçük bir kızı anımsatan hali yerini ondan çok uzakta, duygularının esiri olmuş bir kadına bırakmıştı. Onun bunu hissedip hissetmediğini bilmiyordu ama madem Isabell’in de ona kesin olarak tekmeyi basacağını öğrenmişti, bu gece için rol yapıp onu mutlu etmeye çalışmasına gerek yoktu. En azından onunla olacaksa, bunu kendi istediği için yapacaktı, ona para ödeyip satın aldığı için değil. Gerçi gecenin ilerleyişine bakılırsa ya adam eşcinseldi, ya da asıl ilgilendiği şey genç kadından çok daha değerliydi ve Marv onun koyu kahverengi gözlerine baktığında tehlikeyi görebiliyordu. Başarıyla saklanmıştı ama pisliklerin içinde büyümüş biri için onu ayırt etmek çok zor değildi ve garip bir şekilde ondan korkmadığını hissediyordu. Ona getirebileceklerinden veya başına gelebilecek herhangi bir beladan korkmuyordu. Aslında o, hayatı boyunca hiçbir şeyden korkmamıştı ve kalbinde korku tohumlarının yeşermesini engellemesindeki o usta başarısını babasına borçluydu. Boynunda taşıdığı ve hayatı pahasına koruyacağı kolyesini ona sekizinci yaşına bastığında babası vermişti ve sanki onu takip eden yıllarda başına gelecekleri önceden tahmin etmişçesine onu hep koruyacağını söylemişti, kendisi olmasa bile. O zamanlar bu cümle çok saçma gelmişti, babasının hep etrafında olacağını düşünen küçük kız için. Şimdi yeni yeni anlıyordu bütün ipuçlarını, göremediği ufak ayrıntıları… Onun, kahramanının nasıl öldüğüne dair hiçbir şey öğrenememişti genç kız annesinden. Tek bildiği lanet Chy’lar tarafından öldürüldüğüydü. Bu gerçek onun kirlenmemiş kalbindeki ilk kin ve öfkenin temellerinin atılmasına, babasının artık onu korumak için etrafta olmayacağı düşüncesiyse ruhunun parçalara ayrılmasına neden olmuştu. Yokluğunda geçirdiği her gün katlanarak artıyordu duyduğu özlem. Ona olan sevgisi geçen her saniyeyle birlikte bir saplantı haline dönüşüyordu ve bu onun hareketlerinin daha da tutarsız olmasına sebep oluyordu. Aşması gereken bir sorun haline gelmişti zamanla ama şu ana kadar hangi sorununu aşabilecek kadar güçlü olmuştu ki?
‘Onu özlüyorum.’ İki kelime bir fısıltıymışçasına dökülmüştü dudaklarından. Uzun bir süredir tek bir yudum bile almadan öylece oynadığı şarabını tek seferde bitirdi, şarhoş olup zihnini uyuşturarak ona acı çektiren düşüncelerini bir süreliğine de olsa unutabilmeyi amaçlayarak. ‘Yani, babamı. Gerçi şu anda yaşıyor olsaydı benden nefret ederdi. Şu anki halimi gorse, yüzüme bile bakmazdı.’ Birazda içkinin etkisiyle, konuştukça içindeki zehri boşaltıyordu genç kadın. Öylesine uzun süredir içinde kalmıştı ki bu duygular, belki de ilk defa anlatıyordu bunları birine. ‘O hep benim çok önemli bir insan olacağımı söylerdi. Benden çok şey bekliyordu, biliyorum. Bana bakarken gözlerinde yakaladığım umut dolu bakışları aklımdan çıkaramıyorum.’ Onun oradaki varlığını unutmuş gibiydi, yeniden doldurulmuş şarap bardağına bakarken. Kendi kendine konuşuyordu adeta, ya da utanıyordu sadece o adamın gözlerine bakmaya. Utanıyordu çünkü daha önce kimseye anlatmadığı bir yönünü anlatıyordu ona ve garip bir şekilde bu onu rahatlatıyordu. ‘Oysa benim halime bak. Hangi baba böyle bir kız ister ki?’ Soru değildi bu aslında, kendine duyduğu nefretinden başka hiçbir şey değildi. ‘Yaşasaydı başıma bunların gelmesine izin vermezdi.’ Ona duyduğu güveni açıkça göstermekten çekinmemişti Marv. Babası onun koşulsuz bir şekilde güvenebileceği tek erkekti ve o artık yoktu. Sadece hayallerinde şekil buluyor, bazen rüyalarına bile uğramıyordu. Rahatsız olmuş bir şekilde şarabından küçük bir yudum aldıktan sonra konuşmaya başladığından beri ilk kez başını kaldırarak o yabancıya baktı. ‘Bu kadarı yeterli mi? Belki artık adını söyleyebilirsin?’
|
|
|
Post by Aleksandre Chapell on Jul 1, 2011 3:16:49 GMT 3
“Hayatımı mı öğrenmek istiyorsun? Parıltılı şeyler duymayacağına garanti verebilirim.” Parıltılı bir hayat görmeyi beklemiyordu. Bu dünyanın yabancısı olan bu ırktançok zeki ve işini bilen birkaçı ancak ortalama bir düzeye -o da hala başkasına yalakalık ederek- ulaşabilmişti. Pek çok zavallı genç kız güzel Marveille'nin kaderini paylaşmıştı. Eh bazılarının yükselmesi için birilerinin düşüşü şarttı. Chypieux halkı o dönemde fazlasıyla gelişmiş, şehirdeki madenleri işleterek zenginleşmiş olmalıydı. Akaviolar güçlerinin ortaya çıkışı ile diğerlerini köleleştirmek için bir araç olarak kullanmak istemişlerdi ancak bu da zamanla yeterli olmamıştı. Sonuç olarak ağaların arasında ineği sağacak olan adam dünyanın yabancısı bu grup olmuştu. Pek çok amaçla kullanılmışlardı ve ölümcül deneylerde kobay olmaları da bunlardan biriydi. Kendisi başına gelenler için üzüldüğünü bunu haketmediğini söyleyebilir miydi? Babasını öldüren babasıydı ve oğul da şimdi gelmiş kızını bir deney için etkilemeye çalışıyordu. Sessiz geçen dakikalar boyunca diyecek bir şey bulamadı. Sessizliği yeniden güzel insan bozmuştu. “Onu özlüyorum.” Bu sözler Alex'e babasını hatırlatmıştı. Büyük bir dahi olmakla beraber ilgisiz bir babaydı. Ama yine de taparcasına sevdiği saygısını kazanmaya çalıştığı tek idolüydü.. “Yani, babamı. Gerçi şu anda yaşıyor olsaydı benden nefret ederdi. Şu anki halimi gorse, yüzüme bile bakmazdı.” Yüzüne buruk bir gülümseme yayıldı. İcad ettiği bir şeyi ona göstermek için günlerce peşinden koştuğunu ödülü hafif bir gülümsemeden fazlası olmazdı. Şimdi onun yapamadığını başardığında belki de uzaklardan bir yerden kendisine bakardı ha? Marveille'nin babasının yüzüne bakmama sebebi ancak göz yaşlarını gizlemek için olabilirdi. Ondan utandığı için değil. Umut dolu bakışlardan bahsetmesi üzerine gülümsememek için kendini zor tuttu. Sebebini anlayabiliyordu. Her baba çocuğunun kendi yapamadığını yapacağını umardı. Eh yapacaktı da ve dediği gibi büyük bir kişi olacaktı. Babasının aksine hayatta kalacaktı ve deney başarıya ulaşacaktı. Kızın üzgün mırıltıları sürerken kollarını güven verici şekilde ona doladı. “Bu kadarı yeterli mi? Belki artık adını söyleyebilirsin?’”
Kızın sitemi için tiyatral bir hareketle elini başına koydu. Amaçlarına o kadar unutmuştu ki adını bile söylememişti. “Ah... Unuttuğum için beni affet. Adım Alex.” Ardından kibar bir tavırla uzanıp kollarını doladığı güzel kızın elini öptü. Üzgün yanaklarını parmaklarıyla okşadı. O kadar güzeldi ki gerçekten de mutsuzluğuna dayanamıyordu. Bu yüzden sözlerinin devamı için rol yapmasına gerek yoktu. “Sorularımla canını sıktığım için üzgünüm. Suxaccio ırkının sorunları hakkında bir çalışma üzerindeyim. Aslında buraya geliş sebebim de bu. Babanın ölüm şekli kitabımda aydınlatılmalı diye düşünmüştüm. Bunu sana hissettirmeden yapmak istedim ama sanırım berbat ettim.” Yüzünü buruşturdu. Bunu şimdi uydurmuştu ancak inandırıcı olduğu açıktı. Ölüm şeklinden bahsetmesi kızı daha da huzursuz etmişe benziyordu. Biraz daha zorlasa düşmanca nefretini görebilirdi. Bu hiç işine yaramayacağı için yeniden aptal aşık tavırlarına geri döndü. “Ama bunu daha fazla uzatmayacağım. Hmm... Acaba yüzünü nasıl güldürebilirim.” Çenesindeki sakallarla oynarken düşündü. Aslında bu durumun yaşanacağını tahmin ederek bir şeyler düşünmüştü. Sabah buraya geldiğinde yalnız kaldığında tam da bu konu üzerinde düşünmüş ve bulmuştu da. Yaptığı şey aklına geldiğinde yeni bulmuş gibi hafifçe gülümsedi. “Evet buldum. Gel böyle daha rahat izleyebilirsin.” Daha rahat izleyebilmesi için sırtını kendisine yaslamasını sağlarken iki yandan ellerini uzattı. Kıyafetler aniden havalanmaya başladı. Bunlar kadının biraz önce çıkarttıkları değil Alex'in önceden koyduğu ve muhtemelen onun daha önce farketmediği kıyafetlerdi. Dikkatli gözleri buranın sahibi olan kadının beden ölçülerini aklında tutmuştu ve evet şimdi gösteri onundu. Beceriksiz ve komik hareketlerle dans etmeye çalışmasını gösterdi arasıra düşmesini andırır şekilde kıyafetleri yere attırırken kadının tiz çığlıklarını taklit etti. “Umarım ufak gösterimi beğenmişsindir. Bunu sevgili Isabel'e hediye ettiğimi söyle ve sahiben giydikçe aklında bu görüntü canlansın. Böylece kadın güzel yüzünü üzmez artık ha?”
|
|
|
Post by Marveille Croweix on Jul 4, 2011 4:05:05 GMT 3
Onu güvende hissettirmek için çevresine dolanmış güçlü kollar işe yaramış görünüyordu. Alex… Aniden çıkıp gelen bu yabancının içinde derinlere saklanmış, daha önce kimsenin dokunamadığı parçasına ulaşması mümkün müydü? Hala kendini korumak için umutsuzca araya görünmez ama hissedilebilir bir duvar örmeye çalışan yanı onun tehlikeli olduğunu haykırıyordu. Diğer yanıysa bütün acılarını ve kırılmışlıklarını bir kenara bırakarak sadece onunla olmak, ona yakın olabildiği bu anı elinden geldiğince uzatmak ve tadını çıkartmak istiyordu. “Sorularımla canını sıktığım için üzgünüm. Suxaccio ırkının sorunları hakkında bir çalışma üzerindeyim. Aslında buraya geliş sebebim de bu. Babanın ölüm şekli kitabımda aydınlatılmalı diye düşünmüştüm. Bunu sana hissettirmeden yapmak istedim ama sanırım berbat ettim.’’ Kulaklarına ulaşan bu sözlerin ardından ona yaslanmış olan bedenini rahatsız olmuş bir tavırla hafifçe geri çekti ve kalemle çizilmişçesine düzgün olan kaşlarını çatarak huzursuz bakışlarını gözlerine dikti. ‘Biz Suxaccio ırkı değiliz. Sizin ırklarınızdan biri de değiliz, Alex. Biz sadece insanız. Kendinizce bize isimlar takmaktan vazgeçin ve eğer burada olmanın tek sebebi babamsa, vaktini boşa harcıyorsun. Ölümü hakkında hiçbir şey bilmiyorum zaten.’ Kolay kolay sinirlenmeyen bir yapıya sahip olan genç kadın için söz konusu babası olduğunda daha önce hiç kimsenin görebilecek kadar derinlere inemediği bir zırhı ortaya çıkardı ve böyle zamanlarda o dişi şeytandan olabildiğince uzak durmak yapılacak en mantıklı hareket olurdu. Yine de Alex’te kaybetmeyi göze alamayacağı yeni bir duyguyla tanışmıştı ve babası hakkında ondan bir şey öğrenemeyeceğini bilmesine ragmen hala kalmaya devam ettiğine göre hissettikleri zihninin ona oynadığı bir oyun değildi. Aslında niye böylesine aniden parladığını kendisi de bilmiyordu ama bu alışık olmadığı bir durum sayılmazdı. Dengesiz olduğu herkesçe bilinen bir gerçekti ve bunu kendisi de kabullenmişti artık. Tavırlarındaki şüpheciliği gizleme zahmetine katlanmadan onun kendisini kucağında yönlendirmesine izin verdi, neyi daha rahat izleyeceğine dair en ufak bir fikri olmaksızın. Bedeninin iki yanından uzanan ellere ve sahnede havalanan kıyafetlere bakılırsa şov sırası Alex’teydi. Dudaklarından hoş bir kahkaha dökülürken kıyafetlerin beceriksiz dansını izledi genç kadın. Çehresine yayılmış olan gülümsemenin izleri hala duruyorken adama baktı dikkatlice, onu güldürmek için onca çaba harcayan adama. Kendine işkence ettiğini biliyordu ama böylesine harika birinin onda ne aradığını sormadan duramıyordu. Tuhaf bir şekilde babasını andırıyordu ve bunun için ayrıca bir çaba harcamasına da gerek yok gibiydi. Tavırları, genç kadının üzerine titreyişi, ağzından çıkan her kelimeyi defalarca düşünmesi ve onu kırmamak için takındığı fazla dikkatli hali, yüzünü güldürmek için çaba harcaması… Bütün bunlar o kadar aşinaydı ki ona, elinde olmadan düşünüyordu babasını ve ona olanları. Öldürülüşü, cesedinin yanıp kül oluşu. Cansız da olsa son kez görememişti babasının bedenini, artık ona bakamayacak gece siyahı gözlerini. O sadece silik hatıralarına ait bir hayaletti artık ve bunu kabullenmekte direttiği her saniye bir şey içten içe yıkıp geçiyordu onu. Belki artık kendine yeni bir sığınak bulmalıydı. Babası kadar güvenli ve huzur dolu olmasa da onu rahatlatacak bir sığınak. Kendine getirecek, gözlerindeki parıltının sönmesine izin vermeyecek bir sığınak. Babası gibi. Alex gibi.
Hala parmaklarında tuttuğu şarap bardağını masaya bıraktı ve kollarını ona sarıp başını onun boynuna yasladı. Kendi nefesinin sıcaklığını hissederken onun baş döndürücü kokusu bütün şüphelerini ve huzursuzluğunu alıp götürmüştü adeta. ‘Neden daha önce bulmadın beni?’ Bir sorudan çok kabullenişiydi kırmızı dudakları arasından dökülen bu kelimeler. Bir iki güzel söz ve gösterilen sahte ilgiye kanıp az önce farkında olmadan aralarına ördüğü duvarı yıkıp, duygularına yenişilinin kabullenişi. Hayır, bu Alex’le ilgili değildi aslında. Genç kadının sadece kendini koruyup kollayacak, değerli hissedecek birine ihtiyacı vardı ve o da bu standartlara gereğinden fazla uyuyordu.Küçük bir geceye fazla anlam yüklediğini ve sonunda yine üzülenin kendisi olacağını farkındaydı ama kısa süreli de olsa hissettiği bu huzura değeceğine karar vermişti. Büyük ihtimalle bu geceden sonra bir daha göremeyeceği adamların listesinde yer alacaktı ama bu kimin umurundaydı ki. Sonuçta acınası sonlarına alışalı uzun zaman oluyordu.
|
|