Post by Heronia Lidorn on Jun 19, 2011 22:05:49 GMT 3
Pazartesi, 5 ve 6. dersler
Uykuya kaldığı sandalyede birden irkildi. Başı deli gibi ağrıyordu. Sabahın köründe kalkmış ve dördüncü sınıfların ilk dersine girmişti. Öğleden sonra da sıra üçüncü sınıflardaydı. En son dersten çıktığını odasına girdiğini, ödevleri verdiği ve biraz dinlenmek için sandalyesine oturup ayaklarını masasına koyduğunu hatırlıyordu -ki bu yaklaşık olarak iki buçuk saat önceydi. Öğle arası neredeyse bitmek üzereydi. Yani birazdan derse girecekti. Masasının karşısındaki duvara asılmış antika görünümlü aynada kendine baktı. Berbat görünüyordu. (Belki ayna kadar berbat değil. Çünkü Ronia antika şeylerden nefret ederdi ve odanın tasarımı bir felaketti.) Akşamdan kalmalığın üzerine eklenmiş uykusuzluk ona hiç iyi gelmiyordu. Kendini akademide öğrenci olduğu günlerdeki gibi hissediyordu. Neredeyse tüm sabah derslerini kaçırırdı. Aslında okuldan atılmamış olması bir mucizeydi. Muhtemelen bunu soyadına borçluydu. Ayaklarını masadan indirdi ve pantolonunun belini çekti. Sabah pantolon giymeyi iyi akıl etmişti. Çünkü üstünde hala dün gece giydiği kırmızı bluz vardı. Okul başlamadan önce hazırladığı kendi küçük müfredatına göz attı. Üçüncü sınıflarla ilk dersinde Dünya tarihi üzerinde duracağını not almıştı. Dünya tarihini severdi Ronia. Çünkü insanların büyük gerzekler olduklarının çok güzel bir kanıtıydı. En basit şeyleri bulmaları dünyalarca zaman almış ve aynı hataları milyonlarca kere tekrarlamışlardı. Dünya tarihi Dünya hakkındaki her şeyi zaten kendisi anlatıyordu. Öyle ki bazen Ronia’nın iğneleyici yorumlarına bile ihtiyaç kalmıyordu. Mezun olduktan sonra akademide yaptığı çalışmalar sırasında Dünya tarihi üzerine aldığı notların bulunduğu klasörü aldı. Kitaplardan hoşlanmazdı o. Çünkü çoğu Dünya aşığı dangalaklar tarafından yazılmıştı ve hepsi insanların harikulade şeyler olduklarını konusunda hemfikir görünüyordu. Bunun düşüncesi bir Ronia’nın midesini bulandırmaya yetti. Odasının kapısını ardından çekerek koridora çıktı. Cetvel Bina’yı hep sevmişti. 14 yaşından beri bu binada bir o yana bir bu yana koşturup durmuştu. Mezun olduktan sonra da okulda kalmış ve kendisinden önceki artık ölü olan Dünya eğitmeni Profesör Lindpurk’i asiste etmişti. Aptal bunak Dünya’ya bayılırdı. Her dersini kapatmadan önce Dünya’nın neden Chypieux’tan daha iyi olduğunu gösterdiğini iddia ettiği bir özelliğini söylerdi. Hepsi saçma sapan şeylerdi tabii ki. Ronia hepsinin aksini kolaylıkla ispatlayabilirdi. Dersliğe girdiğinde hiç öğrenci yoktu. O da masanın üzerine oturup notlarını kurcalamaya başladı. Birkaç dakika sonra ufak tefek bir tip kafasını derslikten içeri soktu. Önceki senelerden aşina geliyordu yüzü Ronia‘ya “Gir, gir. Ben de zaten yeni geldim. ” dedi çocuğun çekindiğini görünce. On dakika sonra tüm sınıf dolmuştu. Hemen hepsinin siması tanıdıktı Ronia’ya. Ama çocuklarla çok haşır neşir olmazdı o. O yüzden hiçbirinin adını sanını bilmiyordu. “Eveeeet. Ben Ronia. Yani şey Profesör Lidorn artık. Zaten görmüşsünüzdür beni şurada burada üç yıldır mutlaka. Şimdi gelelim dersin işlenişine. Müfredatla pek oynamadım. Geçmiş yıllarda ne öğrendiyseniz onu destekleyecek şeyleri göreceğiz. Ama dersin işlenişi konusunda aynısını söyleyemeyeceğim; çünkü rahmetli Lindpurk ile Dünya’ya bakış açımız aynı değil. Benimkini şöyle özetleyebiliriz: Bok gibi bir yermiş. Yok olmuş çok da iyi olmuş. Bir de pisliğini bizim üzerimize salmasaymış. Neyse. Öyle yani.” Klasörden bir sayfayı elinin tek bir hareketi ile açtı ve masasına görebileceği şekilde yerleştirdi. “Bu ilk dersimizde kısaca Dünya tarihinden bahsedeceğiz. Benim özellikle sevdiğim bir konudur. Çünkü Suxaccioların ırk olarak dünden bugüne hepten dangalak olduklarını kabak gibi önümüze serer. Sınıftaki bazı öğrenciler Ronia’ya şiddetle katılıyor gibiydi. Bazılarıysa az önceki küçük argo kelimenin de etkisiyle Ronia’dan pek hoşlanmamıştı. “Şimdi efendim, insanlık tarihini ikiye ayıracak olursak tarih öncesi çağlar ve tarih çağları olmak üzere ayırırız. Peki bu iki dönemi oluşturan olay ne? Var mı bilen? Hı? Tamam, sen söyle bakayım!” Ürkek bir oğlan kendinden emin olmayan bir sesle cevap verdi. “Yazının icadı?” “Söylüyor musun? Bana mı soruyorsun?” Verdiği bu klasik tepki üzerine bir kahkaha patlattı. “Şaka be! Siz de korktunuz hemen. Dalga geçiyorum. Daha o günlerime gelmedim. Evet doğru aferin küçük. Ama bu ayırma onlara yetmemiş tabii. Dünya’da tarihçiler aynı diğer insanlar gibi zeka yoksunu olduklarından her şeyi bölerek öğreniyorlardı. Tarih öncesi çağları da ikiye bölmüşler Taş Çağı ve Maden Çağı. İçinizde insan ya da Berddinel yoksa bu isimlerin kullandıkları aletlerden geldiklerini anlarsınız. Şimdi Berddinel olayına hiç girmeyelim onlara nefretim başka.” Saçını tek eliyle arkasına attı ve sınıfın bu beyana verdiği tepkiye dikkat bile etmedi. “Sonra onu da ayırmışlar. Paleolitik Çağ, Mezolotik Çağ, Neolitik Çağ. Ne saçma isimler değil mi? İnsan milleti işte. Akıl sır ermiyor. Bu çağlarda neler olmuş peki? Paleolitik Çağ’da hayvanlar gibi yaşamış bunlar. Bildiğin hayvan gibi. Anca çağın sonuna doğru mağaralara- mağarayı biliyorsunuz değil mi? Hani böyle içine girmişler yaşamışlar falan. Geçen sene anlatmışlardı sanki. Neyse. İşte mağaraların duvarlarına resim falan yapmışlar. Onların da bir şeye benzediği yok. Aha böyle bir şey.” dedi klasörden çıkardığı bir resmi sınıfı doğru tutarak. “Sonra Mezolitik Çağ’da akılları anca ermiş de ateşi bulmuşlar. O da sonuna doğru yani. Neolitik Çağ’da da su kaynaklarının kenarlarına inip sığırdır, köpektir, attır bunları kontrolleri altına almayı becermişler. Hayret doğrusu yine az zamanlarını almış alt tarafı beş yüz bin yıl. Sonra hooop madeni buluyorlar çağ değişiyor. Madem çağı. Burada da sırasıyla üç madeni kullanıyorlar: Bakır, Tunç, Demir. Sürekli daha sertine doğru bir ilerleme var. Sonra da işte yazıyı buluyorlar ve tarih çağları başlamış oluyor. Peki kim buluyor yazıyı? Sümerler! Sümerler neredeler peki? Mezapotamya’da. İyi de Mezapotamya neresi?” Dersin başından beri oturduğu masadan atladı ve masanın altındaki bir tuşa bastı. Böylece tahtaya Dünya haritası yansımış oldu. “İşte burası.” diyerek gösterdi parmağıyla. “Tabii Sümerler buldu muydu hop hemen tüm dünya tarihi çağlarda diye bir şey yok. Bazılarının yazıyı diğer uygarlıklardan alması çok zaman almış. Yani biri bir şey akıl etti diye sanmayın ki yayılması kolay oldu. Neyse. Sümerlerin yaptığı tek şey yazıyı bulmak değil. Ay takvimini kullanmışlar -ki biliyorsunuz Ay Dünya’nın uydusuydu. Bir de dünyanın ilk hukuk devleti kendileri; çünkü Urgakina dedikleri bir adam bazı dangalakça hukuk düzenlemeleri yapmış. Niye dangalakça? Çünkü toplum düzenini sağlamış kendince. Sağlamasaymış da insanlar o zamandan yok olup gitseymiş hepimiz için daha hayırlı olurmuş.” Kafasını kaldırdı ve duvardaki saate baktı. “Ooo bakın saat de kaç olmuş. Daha tarihi çağlar vardı. Neyse onlara bir sonraki derste geçeriz. Ne zamandı? Hah. Çarşamba. Hadi çıkın bakalım. Bir insanlardan bir de Berddinellerden koruyun kendinizi.” Öğrenciler çıkarken o da klasörünü topladı. Sınıfın en azından yarısı çatlak bir Dünya dersi eğitmeni sayesinden kafaları karışmış halde sınıfı terk ettiler.