Post by Heronia Lidorn on Jun 19, 2011 22:05:37 GMT 3
Pazartesi, 1. ve 2. Dersler
“Hay ben senin!” Alarmın sesiyle yerinden fırladı. Dün gece eve çok geç saatte dönmüştü. Yani bunu biliyordu çünkü hep öyle yapardı. Yoksa eve döndüğünü, üstünü çıkardığını ya da yatağına yattığını falan hatırladığından değil. Beşinci kadehten sonrasını hatırlamıyordu. Zaten ondan öncesi de dans, gürültü, kahkaha karışımı bir şeylerdi. Anlaşılan sadece pantolonunu çıkarmıştı. Hala üstünde dün gece giydiği kırmızı bluz vardı. Altına eline gelen ilk pantolonu geçirdi ve evden dışarı fırladı. Akademide her şey çok sakin görünüyordu. Yıllardır bu binaların arasındaydı ve hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını öğrenmişti. Yaramazlık yapmak genlerinde vardı; ama bu tür yaramazlıklar yapmak Lidorn evinde öğrendiği bir şey değildi sonuçta. Cetvel Bina’ya vardığında dersinin çoktan başladığını biliyordu. Koşar adım ilerledi ve sonunda sınıfa ulaştı. Kapıyı hızla açtı. Ağzını açıp selam verecekti ki az önce içeri girdiği kapıdan bu sefer dışarı çıktı ve hızla aynı kattaki odasına koştu. Ders notlarını almamıştı. Neyse ki klasörleri bir hafta önce gelip kitaplığına dizmişti. Dünya edebiyatı ile ilgili olanı hemen aldı ve sınıfa koştu tekrar. Öğrenciler afallamış görünüyorlardı. Onlara hak vermeden edemedi. Akşamdan kalma manyak profesör Vossiduel’in bile alışkın olduğu bir şey değildi -ki buradaki kişiler oldukça çeşitlidir. Hızla sıraların arasından geçip masaya ilerledi ve klasörü masaya fırlattı; ama fazla hırslı fırlatmış olacak ki klasör masanın üzerinde kaydı ve yere düştü. Ronia klasörü almak için eğildi; ama pantolonu eğildikçe aşağı çekiliyordu. Hızlı bir hareketle klasörü aldı ve pantolonunu çekti. “Selam!” dedi en sonunda. Evet biraz ilginç biriydi; ama akademinin gördüğü en anormal eğitmen olmaya da niyeti yoktu. “Ben Heronia Lidorn. Genelde bana Ronia derler. Siz diyemezsiniz tabii. Siz Heronia da diyemezsiniz. İşte biliyorsunuz canım ne diyeceğiniz. Görmüşsünüzdür beni buralarda. Lindpurk’un peşinde dolanıyordum birkaç senedir. Profesör Lindpurk sizlere ömür. Ben de bu yüzden buradayım zaten. Az önceki karışıklığın da kusuruna bakmayın. Ay aman bakın kusuruna canım sanki. Sabahın köründe ders koyarlarsa böyle olur. Hani yani tekrarlanmayacak demek isterdim; ama tekrarlanacağına son derece eminim, o yüzden… Hepsini bir solukta söylemişti. Bazı öğrenciler başka bir dil konuştuğunu düşünür gibi bakıyorlardı Ronia’nın yüzüne. “Neyse özetleyecek olursak insanlardan ve Berddinellerden hoşlanmam. İnsanlardan nefret etmemin nedeni iğrenç yaratıklar olmaları, Berddinellerden nefret etmemin nedeni de dini inancım. Evet böyle özetleyebiliriz sanırım. Bu iki ırktan birinden geliyorsanız benimle doğrudan konuşmamaya çalışın ya da bari çaktırmayın yani.” Masanın üzerine oturdu ve klasöründe doğru sayfayı açtı. “Evet bugün Dünya edebiyatını inceleyeceğiz. Dünyalılar bu işte de tıpkı diğer bütün işlerde oldukları gibi beceriksizlermiş. Ama edebiyat bazılarının kendi rezilliklerinin farkında olduklarını görmemizi sağlayan en güzel yollardan biri. Mesela Shakespeare. Yazdığı karakterler ‘geri zekalı’, ‘daha geri zekalı’, ‘en geri zekalı’ ve ‘geri zekalılar şahı’ olarak tanımlanabilir -ki bu da ne kadar gerçekçi olduğunu gösteriyor.” Klasörden bir sayfa çevirdi. “Shakespeare İngiliz’di bu arada. Yazdıkları da çoğunlukla tiyatro oyunu. 16. yüzyılın sonu ile 17. Yüzyılın başında yaşamış. Romeo ve Juliet’i en meşhurlarından biridir -ki bu da aşkın dangalaklığını anlatır. Sonunda ikisi de geberip gidiyor. Genelde asilleri, kralları falan konu alır eserleri. Benim bundan çıkardığım mesaj da ‘en iyilerimiz bile salak’ olmuştu. Sonra Rus var bir tane Dostoyevski. Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler gibi şeyler yazmış. Rus edebiyatı ile ilgili söyleyebileceğim tek bir şey var: S-I-K-I-C-I. Böyle uzuuun uzuuun betimlemeler falan. Hele vermeye çalıştığı mesajlar. Dostoyevski Shakespeare‘den sonra ama. 19. yüzyılda yaşamış o. ” Tekrar klasörüne döndü ve bir sayfa daha çevirdi. Bu sefer yüzünde tiksinmiş bir ifade vardı. “Hemen hemen aynı zamanlarda yaşamış bir Fransız var bir de. Victor Hugo. Sefiller, Notre Dame’in Kamburu gibi romanları var. Romantizm akımından etkilenmiş. Verdiği mesajlar her zamanki gibi baştan aşağı yanlış ve komik tabii. Bir tipe bakar mısınız lütfen? Yani ne beklersin zaten bu adamdan. Maymun gibi -ki dünyada yaşamış bir hayvandır. Evrim teorisine göre- Neyse o şimdi konumuz değil.” Victor Hugo’nun elindeki fotoğrafını sınıfa doğru salladı. Sınıftan çoğunlukla ona hak veren sesler çıkmıştı. “Bir Fransız daha var. Honoré de Balzac. Vadideki Zambak en meşhur romanı. Yüzüme öyle bakmayın canım. Vadiyi de zambağı da birinci sınıfta öğrenmiş olmanız gerekiyordu. Ben o bunak Lindpurk’e söylemiştim. Dünya şöyle güzel böyle güzel diyeceğine, iki üç çiçek, birkaç hayvan öğret. Yeryüzü şekillerini öğret demiştim. Anca şu nehir var çok güzel, bu dağ var muhteşem deyip durdu. Siz de kıçınızı kaldırıp çalışmadınız tabii doğru düzgün hiçbir şeye. Dünya’yı öven A+ aldı geçti. E bu sene öyle olmayacak bilesiniz. Sabırsızlıkla saate baktı. Son derece sıkılmıştı. Zaten bu baş ağrısı da onu rahat bırakmayacaktı. Biraz rahatlamasını sağlayan tek şey öğle arasına kadar iki dersinin boş olduğunu bilmekti. “Gorki, Boccaccio, Hemingway. Hemingway Amerikan, Boccaccio İtalyan, Gorki de Rus. Aaa bak Gorki deyince o da maymun gibi. Hatta o bayağı maymun yani. Açın bakın bir ara resmine şimdi yanımda yok. Neyse. Şimdi dersten sonra hepiniz odama geleceksiniz. Orada böyle klasikler var. Herkes bir tane alacak ve haftaya kadar okuyacak onları. Bu haftaki öbür dersimizde de bazı yazarlardan bahsetmeye devam edeceğiz zaten. İşte neyse. Siz bu klasikleri okuyacaksınız ve ne kadar saçma olduklarına ikna olduğunuzu gösteren bir rapor yazacaksınız bana. Yani yorumlayacaksınız bir nevi. Tabii isteyen aslında hiç saçma olmadıklarını da yazabilir. Sonra vay ben F almışım, niye ben F almışım diye ağlamayın ama. İşte öyle. İyi, tamam. Hadi çıkalım.”Arkasında bir grup öğrenci ile sınıfı terk etti.
RPout: Ödevler kurgusaldır. Yapılmayacak.