|
Post by Dünya Valdeuk on May 30, 2011 12:20:09 GMT 3
Chypieux üzerindeki çeşitli yaşam formlarını inceleyerek bunları sınıflandırma sistemiyle bölümlere ayıran bir araştırma merkezidir. Bu merkezde görev alanlar, kendi alanlarında uzman ve tecrübe sahibi insanlardır. Hayvan ve bitkilerin gerek genetik özelliklerini, gerek davranış şekillerini inceleyerek bu gezegenin doğal yaşamını araştırır, onu öğrenmeye uğraşırlar.
Başvuru Formu; gerçek ad, rp deneyimi, istediği pozisyonlar (en az iki seçenek halinde), örnek rol oyunu bilgilerini içermelidir. Başvuranların karakter adları isim soyad formatında olmalıdır. Aksi durumlarda başvurular değerlendirilmeyecektir.
Uzmanlar - Elais Fleur Monleón - Aphrodis Audrey Phyllis
|
|
|
Post by Harmonia Belmonte on Jun 13, 2011 1:45:20 GMT 3
Elais Fleur Monleón. Yaklaşık üç yıl. YFIA Labarotuvarı Profesörü. -olunabiliyorsa.-
Hafif bir esinti, önce hafifçe sallıyordu ağacın yapraklarını. Sonra ulaşıyordu Elais'in beyaz tenine. Kahverengi saçlarını atıyordu narin omuzlarından. Gözlerini kapatmış, ağacın büyük, koyu kahverengi gövdesine dayamış başını. Havayı tüm ciğerlerini dolduruyordu, derin nefeslerler alarak. Mutluydu, huzurluydu, yeni bir güne başlıyordu. Yeni olaylar olacak, günün sonunda yine eskiye dönecekti. Yemyeşil çimenlerin, yeni biçildiği zaman olan kokusu onu daha sakin bir hale getiriyordu. Yanında duran eski, yıpranmış defteri, uzun ve ince parmaklarıyla kavradı. Yıpranmış kapağını dikkatlice açtı. Yırtılmış, eskimiş sayfalarını tek tek çeviriyordu, anlamsızca. Ailesini hatırlatıyordu bu sayfalar ona.
Desiré ve Leon çocukluktan beri tanıyorlarmış birbirlerini. Yıllar geçtikçe birbirlerine aşık olmaya başlmışlar. Okulları bitince evlenmek istemişler. Fakat Desiré'yi istememiş Carlsson ailesi. Leon dayanamamış ve evi terkedip evlenmiş sevdiği kadın ile birlikte. Evlendikten üç yıl sonra, mavi gözlü, kumral bir erkek çocuğu dünyaya getirmişler. Fazlasıyla babasına benzeyen bu erkek çocuğa Savaş Tanrısı olan Ares'in adını vermişler. İlk çocuklarından iki yıl sonra renk renk yaprakların yerleri süslediği bir sonbahar gününde siyah gözlü, beyaz tenli ve çok sevimli bir kız çocuğu dünyaya getirmişler. Aile biricik kızlarına bir Tanrıça ismi olan Elais ismini vermişler. Desiré ve Leon çocukları mezun olana kadar hep başlarında durmuş ve onlara hep destek olmuşlar. Ares ve Elais mezun olduktan sonra yeni yerler, yeni şeyler keşfedebilmek için ayrılmışlar çok sevdikleri evlatlarından...
İçinden çıkardığı resme bakıyordu. Siyah gözlerinden aşağı süzülen yaşlarına hakim olamadan. Gittikleri günden beri haber yoktu. Özlemiş idi biricik anne ve babasını. Kardeşi kalmıştı bir tek. Onu da kaybetmeye hiç niyetli değildi. Aniden defteri kapattı, yıpranmış sayfalarına ne olacağını umursamadan. Şimdi yapması gereken önemli işleri vardı. İlgilenilmesi gereken hastalar, uğraşılması gereken şefler...
Çıplak ayakları ile, yeşil çimenlere bastıkça, ıslaklığını hissedebiliyordu. Yavaş ve sakin adımlarla, onu bekleyen kötü ya da iyi olaylara doğru kendi adımları ile yürüyordu. Başını kaldırıp, beyaz bulutların değişik şekiller oluşturduğu, mavi gökyüzüne baktı. Hala huzurlu ve mutlu hissediyordu kendini. Aniden gelen bir ses, huzurunu alıp götürmüştü. Çağrı cihazına baktı. Bir hastasının ona ihtiyacı vardı. Her şeyi bırakıp bir kenara, koşmaya başladı. Şimdi düşüncelerine hakim olan tek bir şey olmalıydı. Ona ihtiyacı olan hastası...
Koridorda çıplak ayaklarıyla koşuyordu. Onu gören herkes dönüp bakıyorlardı. Kahverengi saçları bozulmuş, her teli kafasında başka bir yere savrulmuştu. Beyaz alnından bir damla ter süzülüyordu. Hastasının odasına geldiğinde iki cümle, beynine tamamen hükmetmişti. Kan akışını hissedebiliyordu. Uyuştuğunu hissetti. Ne yapacağını bilemiyordu. "Ölüm saati: 7.29" şef Elais'in çıplak ayaklarına bakıyordu. Hiçbir şey söylemiyordu. Sadece 'senin suçun yok' dermişcesine bakıyordu. Çünkü şef bekliyordu onun başında. Biraz rahatlamak için ayrıldığı an hastasından, olanlar olmuştu. Hasta komaya girmiş ve tüm yapılanlara rağmen kurtarılamamıştı. Saat 8.30'da ameliyata alınacak olan hasta idi üstelik. Şef Elais'in yanından geçerken omuzuna dokundu ve "Ailesini aramalıyız." dedi yeşil gözleriyle Elais'e pişmanmış bakışları atarak. Sonra odadan ayrıldı. Elais ise arkasından bakıyordu sadece.
Uzun bir zamandan sonra şefin yanına gittiğinde Elais, şef sedyenin üzerine oturmuş ve camdan dışarı bakıyordu, beyaz, hafif aralık panjurun arkasından. Elais onu ürkütmek istemiyordu. Hafifçe kapıya vurduğunda, şef kızarmış gözleriyle ona bakıyordu. Ağladığı her halinden belliydi. Yavaşça yanına giderek "Ailesini aradım. Yoldalar." dedi. Şef 'tamam' anlamında başını salladı. Elais arkasını dönüp, giderken şef "Biraz burada kalır mısın?" dedi. Elais yanına gitti ve sedyeye oturdu. Anlamsızca bakıyordu etrafına. "Ben asistan iken. Bizim bir şefimiz vardı. Çok soğuk bir kişiliği vardı. Ona buzdolabı derdik. Bir gün hastahaneye bir hasta geldi. Tren kazasından çıkmış. En başta ölü sanmıştık. Nabız yoktu, solunum yoktu. Sonra aniden hareket edince hemen muayene etmeye başladık. Buzdolabı ilgileniyordu onunla. Adam berbat bir haldeydi. Tüm hastahane onun yaşama şansının çok düşük olduğunu söylüyorlardı. Buzdolabı bile artık umudu kesmiş, vazgeçmişti. Ameliyathanede hasta tüm çabalara rağmen kurtarılamadı. Herkes gitmişti. Bende ellerimi yıkıyordum. Sonra öyle bir şey gördüm ki dona kaldım. Bizim kalpsiz, duygusuz, buzdolabı dediğimiz şefimiz, yere oturmuş ağlıyordu. Hıçkırıklar içindeydi. Gözlerime inanamadım." dedi şef, bir noktaya odaklanmış halde hafifçe sallanarak. Elais bu olayı neden ona anlatığı hakkında herhangi bir fikre sahip değildi. Şef tekrar Elais'e baktı ve "Şef bir süre sonra yanıma geldi ve benimle konuştu. Bana dedikleri hiçbir zaman aklımdan çıkmadı: 'O adam öldü, çünkü yaşama şansı çok düşüktü. O adam öldü, çünkü ben o var olan şansı bile kullanmadım. O adam öldü, çünkü ben vazgeçtim. Sen sen ol asla vazgeçme. Kimsenin dediği umrunda olmasın. Sadece içinden gelen sesi dinle.' sonra kalkıp yanımdan gitmişti." Elais şimdi anlıyordu. Şefi aynı öğütü ona da veriyordu. Öylece kalmıştı ikiside. Daha sonra şef odadan ayrılmıştı. Elais ise öylece kalmıştı. Düşünceleri birbirine karışmıştı. Sanki beyninin açıldığını ve birilerinin elini sokup düşüncelerinin yerlerini değiştiriyormuş gibi hissediyordu, çizgi filmlerdeki gibi. Aralık panjurdan dışarı baktığında ölen adamın ailesinin geldiğini gördü. Sedyeden kalktı ve dolaba gitti. Hala çıplak olan ayaklarına bir terlik buldu ve giydi. Aynada halsiz bedenini saklayan mavi üniformasına baktı. Şimdi çok kötü bir zamandı. Elais kendini söylemeye hazır hissetmediğini biliyordu. Fakat söylemek zorundaydı. Odadan ayrıldı, ardından kapıyı kapatarak ve odayı bir sessizliğe emanet ederek.
Gün batımına karşı bir bankta oturuyordu şimdi kendi halinde. Hastanın eşi kendini berbat bir halde hissederken, çocuğu ise bunu anlayamayacak kadar küçüktü. Derin derin nefes alıyordu Elais, yanına yaklaşanı farketmeden. Yanına gelen Elais'in en yakın arkadaşı Diana idi. Sarı kıvırcık saçları gün batımında her zaman muhteşem görünürdü. "Ne yapıyorsun?" diye sordu Diana yanına oturarak. "Nefes almaya çalışıyorum." dedi Elais. "Olanları duydum. Gerçekten zor olmalı." dedi Elais'in omzuna dokunarak. "Hayır Diana. Zor olan ölmeyi haketmeyen birinin ölümünü izlemek. Zor olan ölümünü ailesine söyleyip, ailesinin kendini kaybedişini izlemek. Zor olan tüm bu olanlardan sonra yaşama sıkı sıkı tutunabilmek." dedi Elais gözleri dolu dolu. "Elais. O zaman şimdi sırası. Hayata sıkı sıkı tutunmanın." dedi yüzünde hafif bir gülümseme ile Diana. Elais Diana'ya bakarak gülümsedi. Gözlerinden çıkmaya hazırlanan yaşlar bir anda geri dönmüşlerdi. Birlikte ayağa kalktılar. Hastahane'ye doğru gidiyorlardı. Elais'in düşündüğü tek bir şey vardı. 'Şimdi sırada ne var?'...
|
|
|
Post by Dünya Valdeuk on Jun 13, 2011 1:57:37 GMT 3
Keyifli RP'ler.
|
|
|
Post by D. Joseph McBriant on Jun 13, 2011 21:07:01 GMT 3
Mehmet "H" ile yazılıp okunanından. iki yıla sanırım. YFIA Labarotuvarı Mikrobiyolojik Canlıları Araştırma Profesörü
Times meydanında koşuşturan insanlar... Hepsi bir sebep uğruna sabahtan akşama kadar koşuşturuyorlar. Hayat bundan mı ibaret sadece? Bir tutam para için hayatını harcaman... Hayat kısa değil mi? Eğlenmek için, zevkler için... En önemlisi yaşamak için hayat kısa değil mi? Peki ya o çocuklar; babaları tüm gün işte iken ve anneleride çalışıyorsa onlara sevgiyi kim verecek. Bakıcı mı? Yapay acı bir sevgi verir bakıcı sadece. Ya o insanlar gerçekten işlerini seviyorlar mı yoksa ailelerine iyi bir hayat verebilmek için mi onlardan uzak kalıyorlar? Mutluluk kavramı; çok mu uzak bize şimdi? Bir küçük tebessüm bile büyütürken içimizdeki mutluluğu, neden somurtuyor bu insanlar? Köşe başında elinde poşetlerle bekleyen yaşlı teyze. Evde bekleyen kimsesi yokken o eve gitmek ister mi hiç? Yaşlılığında ona yoldaş olacak kişiler yokken... Ya şu ilerideki sırtında çanta olan küçük çocuk. O küçücük boyunla belki çoğu olumsuzluğu atlatmak istedin. Hayatın ezici tavırları altında kalmamak için kötü oldun. Kötü birşey yaptığında bunun kötü olduğunu söyleyecek bir büyüğün yoktu yanında belki. Peki ya sonra? Hayat kimin için hayat? Şu hayatı tam tadına vararak yaşayan birisi var mı bu dünyada? İleride arkadaşlarıyla bir kafede oturan sarı saçlı kız. Gülüyor, eğleniyor... Ama gerçekten içide öyle mi? Gözlerinden okunanlar onu göstermiyor. Eskiden beri gelen gelenekler; noel günleri, şükran günleri... Sadece onlar birleştirir oldu bizi. Belki aile bireylerini bile... Yada bir ölüm. Evet bir ölüm. Aniden gelip soğukluğunu hissettiren duygu, yanlızlığın yanında olduğu duygu, yapacağın çok şey varken bırakıp gitmek bu dünyayı. Ne kadar acı değil mi? Ölürken insanların yanlarında bir şey götürmediklerini söylerler. Evet yanlarında bir şey götürmüyorlar ama arkalarında bir kargaşa bırakıyorlar. Peki o dünyada tatmak istediğin duygu eline paranın değdiğinde hissettiğin duygu mu? Benim böyle düşünmem çoğu insan tarafından kötü karşılanır belki. "Senin tuzun kuru. Zengin bir aileden geliyorsun ve elin paradan kurtulmuyor." Ama hepsi o değil. Kimse bunu anlamak istemiyor. Sevgimizi bile aksattırıyor bu çalışma stresi. Sevdiğin kadına / adama bile vakit harcayamıyorsun artık.
D'arcy tüm bunları düşünürken yürüyordu times meydanında. Hava kapalıydı ve hafif esen rüzgarla birlikte yüzüne vuran yağmur damlaları kendine getiriyordu onu. Düşünüyordu. Sadece düşünüyordu. O times meydanı kalabalığının yanında olmadığını hissederek düşünüyordu. Sadece kendisinin olduğunu... Hava yavaş yavaş kararıyordu. D'arcy ise boş gözlerle ileri bakarak yürüyordu sadece. Neden yürüyordu bilmiyordu. Nereye yürüdüğünü... Etrafındaki kalabalığa bir göz gezdirdi. Elinde telefonla sürekli konuşan insanlar vardı. Hepsi hızlı adımlarla bir karınca sürüsü gibi hareket ediyorlardı.. D'arcy ise onların arasında trafiği aksatan bozuk bir araç gibiydi. Bunu umursamıyordu. Bir kafenin önüne geldiğini farketti. Havanın serinlemesi, rüzgarın ve yağmurun hissettirdiği soğuk duygusu onu kafeye girmeye zorladı. Kapıyı hafifçe itekleyerek açtı. Uzun süre içeriye baktı. Köşede birisi New York Times okuyordu. Önünde bulunan kahvesinden her yudum alışında etrafı izliyor, sanki birini bekliyordu. Diğer tarafta bir yaşlı bayan oturuyordu. Üzerinde giydiği cesur kıyafetle kendini gösteriyordu sanki. Parmağında onlarca yüzük vardı. Yönünü boş bir masaya çevirmişti D'arcy. Pencere kenarında bulunan bir masaya. Sakin ve emin adımlarla ilerliyordu. Bir anda bir garsonla çarpıştı. "Özür dilerim efendim" diyerek gülümsedi kızıl, kısa saçlı garson kız. Yirmili yaşlarda ve beyaz tenli. Hafif bir ingiliz aksanı kullanmıştı. D'arcy seviyordu ingiliz aksanını. Kendisi bir amerikandı ama ingiliz aksanı hoşuna giderdi."Ben özür dilerim" diyerek karşılık vermişti D'arcy aynı tavırla. Yönünü boş masaya yönelterek ilerledi. Üzerinde bulunan ince ceketini çıkardıktan sonra masanın üzerine koydu. Masanın üzerinde kafeye ait birkaç parça eşya vardı. Sakince oturdu ve ellerini birleştirerek çenesinin altına alıp etrafı izlemeye başladı.
LOVE AND DEATH
Karşıda, boynuna asmış olduğu kartonda bu yazılıydı yaşlıca bir adamın. Nedenini anlayamadan bakıyordu D'arcy o kartona. Gözleri dolmuştu. Bir damla gözyaşı yanaklarından aşağı süzülürken düşünüyordu. Aşk... Ne demekti aslında? İnsanlar neden aşık olurdu yada neye aşık olurdu. İlk görüşte aşk; var mıydı bu gerçekten? D'arcy sevdiği bir kızla burada tanışmıştı. Yine bu oturduğu masada. Bir yıl önce. Dışarıda soğuk bir hava vardı ve yağmur hızlanmıştı. D'arcy yakındaki kafenin bu olduğunu gördü ve kendini içeri attı. Yağmurdan kaçan çoğu kişinin buraya girdiğini görmüştü. Masalar doluydu. Ancak şuanki oturduğu masada o zaman bir kadın oturuyordu. Kahverengi dalgalı saçları omuzlarında aşağı uzanmıştı. Beyaz teninin üzerinde belli belirsiz duran çiller ve saçlarıyla uyumlu açık kahverengi gözleri... Yavaşça yaklaşmıştı D'arcy "Oturabilir miyim?" Karşıdan ise insanı büyüleyici bir ses gelmişti "Elbette" Gülümsemesini yüzüne oturtmuştu kadın ve sessizce dışarıyı izliyordu. "New York'un yağmuru" dedi kadın D'arcy'e bakarak "Çok sert oluyor" "Evet " diyebilmişti D'arcy; gözlerini kadından alamayarak. Farklı birşeyler hissetmişti. Anlam veremiyordu. Aşk mıydı bu? Ona bakıyordu sadece. Şu an yanında sadece onun olmasını istiyordu ve sadece az önceki sesini duymak istiyordu. Yanaklarından aşağı süzülen birkaç tel saçı kenara itmişti eliyle kadın. Yüzü tamamen açıktı ve pürüzsüzdü. Bir insanın kişiliğini görmeden. Sadece ona bakarak ve sesini duyarak aşık olabilir mi insan? D'arcy o durumdaydı. Karşı koyamadığı bir duygu ele geçiriyordu tüm bedenini. Hızlanan kalp atışlarına hakim olamıyordu. Belki bir sevgilisi vardı kadının ve belki de evliydi. Daha tanışmamışlardı bile. "D'arcy, Adım D'arcy" dedi elini karşısındaki bayana uzatarak "Memnun oldum. Bende Kate" diye cevaplamıştı karşıdaki güzel bayan D'arcy'nin elini sıkarak. İngiliz aksanı vardı. Sanırım ingiliz diye düşündü D'arcy. "Afedersiniz birşey sorabilir miyim? İngilizsiniz sanırım?" dedi merak dolu gözlerle. "Evet ingilizim" dedi gülümseyerek güzel bayan "Çillerimden mi anladınız. İngilizlerin baş belası. Beyaz ten üzerine serpilmiş çiller" dedi hafif bir şekilde kıkırdayarak. D'arcy bu gülüşü herzaman yanında görmek için herşeyini verirdi şu an. "Ah! Hayır çiller... çok yakışıyor size" "Teşekkür ederim" Hafif bir sessizlik oldu. Daha sonra Kate konuşmaya devam etti. "New York'un en sevdiğiniz anı ne? Yani yağmurlu, karlı yada herhangi?" D'arcy düşünmeden cevap vermişti "Bu an zirveye tırmanıyor" Hafif bir gülümseme olmuştu Kate'in yüzünde.
D'arcy az önce çarptığı garson kızdan gelen sesle kendine geldi ve yanağındaki yaşı silerek ona döndü. "Ne istersiniz?" "cafe latte lütfen" diye kısa ve öz bir cevap vermişti garson kıza. Kız arkasını dönüp ilerlerken D'arcy dışarıyı izlemeye devam ediyordu. "Çok naziksiniz" diye cevap vermişti Kate. Yüzünde oluşan gülümsemesi gözlerinde de hissedilebiliyordu. Aşk bu diye düşündü D'arcy. Aşk tamda bu. Tanımadığın birisine karşı hissettiğin ilk heyecan. "Amerikaya neden geldiniz?" diye sordu meraklı gözlerle D'arcy. "Bir dergide çalışıyorum ve burada fotoğraf çekimi yapmak için geldim. Bir fotoğrafçıyım ben." demişti Kate. Uzun süre konuştular. her dakika, her saniye birbirlerine daha da yakınlaşıyorlardı sanki. Konuşmanın sonuna gelmişlerdi artık. Havanın biraz daha düzelmesi sonucunda Kate kalkacağını belirtti. "Benim artık gitmem lazım. Tanıştığımıza memnun oldum" dedi ve ayağı kalktı. Aynı tavırla D'arcy de ayağa kalktı ve "Bende memnun oldum. ah! telefon numarınızı alabilir miyim?" "Tabi" diyerek yanıtladı Kate ve numarayı yazıp D'arcy'e verdi. Daha sonra arkasını dönüp gülümseyerek kafeden dışarı çıktı.
Ardından bir fren sesi... Bir çığlık... Yerde yatan güzel bir bayan...
D'arcy gülümsemesini birden kesti ve arkasına döndü. Ağzından dökülen bir kelime vardı sadece "KATE!"
D'arcy garsonun cafe latte'yi getirmeyisle tekrar kendine geldi. Gözyaşları sıklaşmıştı. "Teşekkür ederim" dedi ve elleriyle gözlerini sildi. Bir yıl önce, tam burada, bir bayanla tanışıyor ve tanışmasından birkaç dakika sonra o kişi ölüyor. D'arcy uzun süre elinde tuttuğu fincanla dışarıyı izledi gözü yaşlı bir biçimde. Artık düşündüğü tek birşey vardı "Kate...!"
|
|
|
Post by Dünya Valdeuk on Jun 13, 2011 21:53:42 GMT 3
Rütbeyi direkt Uzman şeklinde veriyoruz. İyi RP'ler.
|
|
|
Post by Aphrodis Audrey Phyllis on Jul 24, 2011 14:57:14 GMT 3
Çisem, 4 yýl. -Büyük konsey temsilciliðimin yanýnda bu görevi de istiyorum. Ýkisinin bir bütün halinde güzel bir kurgu oluþturacaðýna inanýyorum da. Bir ýrkýn ileri gelen bilim adamýnýn temsilci seçilmesi falan.-
|
|
|
Post by Dünya Valdeuk on Jul 24, 2011 14:58:51 GMT 3
Rütbeniz verilmekte.
|
|
|
Post by D. Joseph McBriant on Jul 24, 2011 19:30:29 GMT 3
Kendi isteğimle rütbem değiştirilmiştir.
-Edit:Dünya Valdeuk: Talep alınmıştır.
|
|