|
Post by Dünya Valdeuk on Nov 18, 2010 19:19:46 GMT 3
Büyük Konsey'e, her ırk için birer temsilci seçilecektir.
Başvuru Formu; gerçek ad, rp deneyimi, istediği pozisyonlar (en az iki seçenek halinde), örnek rol oyunu bilgilerini içermelidir. Başvuranların karakter adları isim soyad formatında olmalıdır. Aksi durumlarda başvurular değerlendirilmeyecektir.
+ Bir de Katip alınacaktır.
Katip:
Temsilciler
Guphen - Lonan Doyle Akavio - Doralia Berddinel - Seamus Gunnfox Jolazzov - Schlickl Gruber Haelts, Konsey Başkanı Duffijin - Calliope Adyta Yurrovid - Andrew Falconer Fötteg - Obbis -
|
|
|
Post by Seamus Gunnfox on Nov 19, 2010 1:58:05 GMT 3
Gerçek Ad: Tarık Deneyim: İki yıl. İstenilen Pozisyon: Temsilci, temsilci ;D (olmadı katip.) Örnek RP: Rollergate Apartmanı’nın çatısı masallarda anlatılan Harpy yuvasından farksızdı. Her yerde dik duran inşaat demirleri, bu kadar yüksekliğe rağmen otların savrulduğu bir alan. Karşıdan hedefin bulunduğu iş merkezini gören bu yüksek çatıya üstüm Clive ve ben işverenlerimiz tarafından verilen giysi ve silahlarımızla çıkmıştık. Zihinsel transformasyon dışında hep düşük çeneli olan üstüm, yine çenesini açtı ve uzun uzun planı anlatmaya başladı. ‘’Vincent, beni dinle. Şimdi çatıdan iş merkezinde gördüğümüz altı nöbetçiyi-ikisi kapıda olmak üzere-haklayacağız. Bak, görüyor musun? İş merkezi ile bulunduğumuz çatı arasında bir elektrik hattı var. Hatta bağlanmış yalıtkan kancalı halkalar ile karşıya geçeceğiz ve bodrum kısmına kadar kimi görürsek görelim temizleyeceğiz. Anladığını umuyorum, sonrasında da yaşlı cadalozun zihniyle uğraşacağız, işin en zor kısmı. Haydi hazırlan!’’ Clive’dan aldığım emir ve direktifler dizisi sonrası uzun namlulu, dürbünlü silahlarımızın başına geçtik. Çatının kenarına monte edilmişlerdi, her şekilde görülmeleri mümkündü fakat çatıdaki görevimiz uzun sürmeyeceği için bunda da bir sakınca görmedik. Zamanımızın kısa olduğunu bildiğim için iş merkezindeki hedeflere hızlıca göz gezdirdim. Clive üçten geriye saydı ve ateş! Yukarıdan aşağıya doğru susturuculu tüfeklerimizle ateş ettik, hemen akabinde daha ufak yapıdaki otomatik silahları ve diğer bazı şeyleri aldıktan sonra kancalardan tutunarak elektrik hattından karşıya doğru uçmaya başladık. Bu, resmen birinin zihnine girerken boşlukta süzülmek gibi bir şeydi. Yalnızca biraz daha fazla acı. Derken, elektrik hattı bizim ve silahlarımızın net ağırlığına dayanamayarak aşağı indi, bunu hissedebildim. Clive önce davranarak çatının kenarına tutundu, fakat ben çatının hemen altındaki pencereden odaya doğru uçtum. Gayet sert bir şekilde yere çarptığım için sol omzumun çıktığını hissedebiliyordum, hafif de olsa bir sızlama vardı omzumda. Ulaşacağımız kişinin adamları yukarı çıkmaya başlamadan odadaki masanın kenarına yaslandım ve çıkan omzumu yerine getirebilmek üzere bazı hareketler yaptım. Kemiklerin birbirine çarpmasına benzer bir sesin sonunda, omzum yerindeydi. Sızısı da hafiften geçtikten sonra otomatik silahımı alarak ayağa kalktım ve odaya girmeye çalışan iki kişiyle o an karşılaştım. İkisi de yere yığıldıktan sonra ayağımla silahlarını öteye attım, kapanan kapıyı açarak merdivenlere yöneldim. Fakat bir gariplik vardı. En üst katın merdivenlerindeydik ve çatıya açılan kapıda görevliler hareket etmek veya çatışmaya girmek yerine zihinsel etkileşim içerisindelerdi. Bir dakika.. Hatırladım, güç birliği! Güç birliği denilen olay, birkaç kişinin birlikte yaptığı bir zihinsel transformasyon sırasında ruhlarını bedenlerinden tamamen ayırması ve ruhlarını tamamen zihnine girdikleri kişinin hizmetine sunması. Bir kişinin bu tür bir etkileşimde de ne kadar ruhu zaptedebileceği kişisel gücüne bağlıydı ve bu etkileşimin anlamı ruhların kontolünü alan kişinin fiziksel ve zihinsel işlevlerini normalden iki-üç kat daha iyi gerçekleştirebiliyor olmasıydı. Fakat bu şekilde gerçekleşen bir transformasyon uzun süreceğinden, uzun süredir burada olmalıydılar. Yani varlığımı biliyorlardı. Birden, ruhlarını bağışlayan üç dört kişi merdivenlere yığıldı ve çatı kapısına yakın olan adam gülümsedi, gözlerini açtı. Bana tekrar baktı ve bir bok yığınına bakarcasına tiksindi, ardından sinirlendi ve çığlık atarak üzerime doğru yöneldi, tam zıplayacakken çatı kapısını kırarak giren Clive herifi yere mıhladı. Hızla aşağı inerek diğerlerine ateş etmeye başladı ve beni de peşinden sürükledi. Anlamıyordum; hem nasıl bu kadar bir çalçene, hem de nasıl bu kadar soğuk bir asker olabiliyordu?
En üst kattan itibaren aşağı inmeye başladık. Ben merdivenlerde karşıma çıkanları gravyer peynirine çeviriyordum, Clive ise pompalı tüfeğiyle yere çiviliyordu. Oh hayır; merdivenlerde bir grup daha görmüştüm şimdi, çatıdakiler gibi bir etkileşim içerisindelerdi. Clive fazla bekletmeden herkesin yoğunlaştığı kişinin kafasını dağıttı, ben de diğerlerini tarayarak yoluma devam ettim. En alt kata gelmiştik şimdi, aldığımız talimatlar ve verilen bilgiler doğrultusunda görevin gidişatını belirleyen yaşlı cadının bodrum katında olduğunu tahmin ediyorduk. Ve bodrum katına doğru yol almaya başladık. Clive bodrum kat merdivenlerine inerken direktif verdi yine. ‘’Vincent, dikkat et. Birinci kat boştu, hepsi bodrum katında gizlenmiş olabilirler. Şimdi, bina planına bakarsak..’’ Bina planına bakılırsa bodrum, ileride ana hedefimizin bulunduğunu tahmin ettiğimiz odaya doğru giden iki uzun dehlizden oluşuyordu. Planı gördükten sonra aşağı indik, soldaki dehlizden ilerideki ışığa doğru yürümeye başladık(diğer dehliz büyük metal bir kapıyla kapanmıştı). Ara sıra sağ ve sol taraflarda kapılar görüyorduk, fakat silahımızın eklentileri dahilinde olan fenerlerle öylesine bir baktığımızda göze çarpan bir şey olmuyordu. Dakikalar geçti, ışık gittikçe yaklaştı ve bir oda oradan yavaş yavaş seçilmeye başladı. Odaya doğru koşar adım ilerlemeye başladık ve birden o odadan adamlar fırladı. Ani bir hareketle duvarlardaki kapılardan birine gömüldüm ve oraya saklandım, fakat Clive bu sefer çabuk davrananamamıştı, omzundan vuruldu. Onun saniyeler içinde kevgire dönüşmemesi için, yaralanmam pahasına onu ordan çektim ve yanıma aldım. Nasıl olsa bana şimdilik lazımdı, onu göz ardı edemezdim. Onu yanımda tutmaya devam ettim ve ara sır kapıdan kafamı çıkararak odaya doğru ateş ettim. Odanın girişindekileri hallettiğime kanaat getirdikten sonra yavaşça destek olarak Clive’ı kaldırdım, ona destek olacak şekilde odaya ilerliyordum. Cesetlerin üstünden geçerek, Clive’ın sağladığı yavaşlıkla odaya vardık. ‘’Neden sus sus işareti yapıyorsun! İstediğim gibi de konuşurum işte!’’ Clive’ı hemen odanın girişine oturttum ve hiç tereddüt etmeden içeri girip yaşlı bunağın yanındaki elemana ateş ettim. Adam hızlıca yere yıkıldıktan sonra kadın zihinsel etkileşim için davrandı, fakat ben ellerine ateş edince bir kedi gibi ciyaklamaya başladı. Cevabını bildiğim hâlde kendimi, kendime şu soruyu sormaktan alıkoyamadım kadının zihnine ekip arkadaşımla girmeye başlamadan hemen önce. Kim , neden yardım eder ki bu yaşlı cadıya?
Rutin bir şekilde, her zamanki gibi yıldızlarla dolu o boşlukta yüzüyorduk üstüm Clive’la birlikte. Zihnin kapılarına ulaşılmadan önceki son yolun üzerindeydik. Gittikçe hızlanıyor, ilerideki beyaz kütleye ulaşmaya çalışıyorduk. İşte o kütle; bütün hayâlgetirenler arasında ‘’Anne’’ olarak bilinen yaşlı cadalozun beynindeki giriş kapısıydı. Kontrolün kendisinde olduğu zihninin, hayâl dünyasının kapısı. Bizim onun zihnine ulaşmak istememizin sebebi ise Anne’nin hayâlgetirenlerin kralı olarak nitelendirilen Harlaus’a karşı gerçekleştirdiği ihanet idi. Kral Harlaus uzun yıllar süren araştırmaları sonucu, kişinin zihnine girme anından itibaren başlayan zihinsel transformasyon(aktarım) sırasında gerçekleştirilmesi mümkün olan obsesyon olayının(ruhsal-zihinsel kavramda beden kontrolü); obsedör kişi, yani zihin içerisinde bedeni kontrol edebilecek kişinin obsesyon sırasındaki aksaklıklarını ve obsesyon olayının gerçekleşmemesinin sebebini bulmuştu. Zihinde obsesyon olayının gerçekleşmemesinin sebebi ise; demateryalizasyon(algılanabilen bir şeyin algılanamaması, yani bedensel gerçekliğin ruhsal gerçekliğe dönüşmesi) durumunun kontrol edlilen kişinin zihninde yeterli gerçekliği sağlayamaması ve bu durumdan ötürü ektoplazma(obsedör kişiye ait partiküller, madde)nın kontrol edilen kişinin zihninde yer bulamamasıydı. Kral Harlaus bu olayına tersine çevirerek(materyalizasyon) zihinde ruhsal ve bedensel olarak bulunmayı başarmış, zihin aracılığıyla bedeni kontrol edebilmeyi mümkün kılmıştı. İşte ‘’Anne’’ olarak bilinen cadalozun çaldığı da buydu, bu işlemin nasıl sürekli hâle getirilebileceği. ‘’Anne’’ kendisi gibi usta hayâlgetiren adamlarıyla birlikte bir gece yarısı Harlaus’u basmak üzere saraya girmiş, kralın adamlarıyla birlikte bir çatışmaya girmişti. Adamları hızlı ve sessiz bir şekilde temizledikten sonra kralın odasına girmiş, temassız bir şekilde zihinsel transformasyonu(telefonlardaki bluetooth gibi) deneyerek başarıya ulaşmış ve kralı alt etmişti, sırrını da çalmıştı. Ve Kral Harlaus onu yakalayan, sırrı geri alıp Anne’yi öldüren kişilere büyük ödüller vaat etmişti günler önce. Yani üstüm Clive ve ben, Kral Harlaus’a bağlı olarak çalışan ödül avcılarıydık.
Yıldızlarının arasından süzüldüğümüz bu koca siyah boşluk, bizi gittikçe çekik gözlü hainin zihin kapısına yaklaştırıyordu. Biz üstümle orada ruhsal olarak bulunsak da; havayı, içinde bulunduğumuz boşluğu ve yaşanabilecek çeşitli değişimleri hissediyorduk. Ve bize bahşedilen bu fiziksel algılardan biri de gerçekleşmiş gibiydi, havada bir değişim hissettim. Bizden başka hareket eden birileri varmış gibi. Bir an için kafamı hafifçe geriye çevirdim ve baktım, geriden belli bir düzen sağlamış beş-altı tane duman kutlesi yaklaşıyordu. Clive’ı hemen dürttüm ve arkamızı işaret ettim, bir an için bütün krallık düzeninin içine de etmiştim fakat bunun bir şuan için önemi yoktu(Hayâlgetirenlerde krallık düzeyinde usta-öğrenci, kral-ast, üst-ast ilişkisi çok önemlidir, katıdır). O da arkasına bakarak suratını astı, rahatı kaçan bir ihtiyar gibiydi. Biz süzülmeye devam ederken yüzünü bana döndü ve konuştu. ‘’Vincent, bu gelenler Anne’nin zihnen ayık kalmayı başarmış adamları! Onlar da etkileşimimize katılmayı başarmış, eğer bizden önce Anne’nin zihin kapısına ulaşırlarsa güç birliği oluşur ve o kapıdan asla geçemeyiz! Şimdi, bunu sana daha önce hiç öğretmedim. Tek şansın ve kısa bir süren var. Süzülmeye devam et ve odaklanabildiğin kadar odaklan, elinde biriken ve patlamaya hazır bir güç düşün. Onu odaklandıkça büyüt, büyüt ve gücü benliğinde hissettiğinde bırak kendini. Aynı yüzerken birden kendini salıp dönmek gibi, kendini sol tarafa doğru hafifçe çevir ve Anne’nin zihin duvarını kır!’’ Anne’nin adamları peşimizden sürüklenirken odaklanmaya başladım. Hain bunağın zihniyle aramızda pek uzun olmayan bir mesafe kalmıştı, bundan dolayı gittikçe odaklanıyor ve gücü kendimde hissetmeye çalışıyordum, güçle bir bütün olmaya çalışıyordum Uzakdoğu felsefelerindeki gibi. Yaklaştığımız hedef ve arkamızdan sürüklenenlerle mesafemiz gittikçe azalmışken, hazır olduğumu fark ettim. Hemen ardından Clive’ın dediğini uyguladım -o da benle aynı anda uygulamıştı-, bir kasırga gibi hızla dönmeye ve hızla ilerlemeye başladık. Saniyeler içerisinde Anne’nin taştan, bembeyaz zihin duvarına çarptık ve orda bir matkap edasıyla döndük, duvar dağılmaya başlayınca biz de yavaşlayıp savrularak durduk. Biraz önce peşimizden gelen duman yığınları da durdu ve dağılmaya başladı, aynı hain bunağın dağılan ve ortalığı dumanlarla kaplayan zihin kapısı gibi. Her yer bir duman bulutundan ibaret olunca çevre kısa bir süre için sessizleşti, ardından duman kütleleri kaybolarak yerini Anne’nin dünyasına bıraktı…
|
|
|
Post by Dünya Valdeuk on Nov 19, 2010 2:03:57 GMT 3
Rütbeniz verilmiştir.
|
|
Lonan Doyle
New Member
Every man dies. Not every man really lives.
Posts: 4
|
Post by Lonan Doyle on Nov 19, 2010 3:05:39 GMT 3
|
|
|
Post by Aleksandre Chapell on Nov 19, 2010 10:01:40 GMT 3
Rütbeniz verilmiştir.
İyi eğlenceler // Rpler
|
|
Doralia
New Member
.obsessionist.
Posts: 6
|
Post by Doralia on Nov 19, 2010 19:26:04 GMT 3
|
|
|
Post by Dünya Valdeuk on Nov 19, 2010 19:37:22 GMT 3
Rütbeniz verilmiştir.
|
|
|
Post by Andrew Falconer on Nov 19, 2010 19:41:40 GMT 3
|
|
|
Post by Dünya Valdeuk on Nov 19, 2010 19:44:42 GMT 3
Rütbeniz verilmiştir.
|
|
|
Post by Calliope Adyta on Nov 21, 2010 1:37:56 GMT 3
Bilge 6 yıl Temsilci
RP:
Parker masalarına gelene kadar tatlı, tembel ama bir o kadar da zevkli bir akşamüstü geçiriyorlardı. Güneş henüz tam batmamıştı ama veda etmeye hazırlanıyordu sanki ve Pearl eski dostunun giderken ellerinin yüzünde, saçlarında ve kirpiklerinin ucunda oyalandığını hissedebiliyordu neredeyse. Kendisini bildi bileli güneşi severdi, onun doğuşu da batışı da izlediği zamanlarda ılık bir ışık havuzunda yüzüyormuş hissi uyandırıyordu kendisinde. Verdiği şey sadece huzur değildi, aynı zamanda dingin bir neşe doldururdu içini. Karşısında oturan adamın henüz minik olan kahkahaları ve Pearl’ün bir değer bile biçemeyeceği kadar sevdiği bakışlarını da üzerinde hissederken günün bu güzel saati adeta mükemmelleşiyordu onun sayesinde. Pearl de bu havanın etkisine kapılmakta hiç zorluk çekmemişti, başta itiraz ettiği şu tuhaf ‘çikolata daması’ oyununa bile kendisini kaptırmıştı. Andy paketleri açtığında elbette çikolatalardan beyaz olanları seçmişti. Her türlü çikolataya bayılırdı çoğu kadın gibi ama acı çikolata midesini bulandırırdı çoğu zaman. Yine de arada bir küçük masanın üzerinden eğilip kendininkileri bulduğunda Andy’nin buram buram acı çikolata tadını taşıyan dudaklarına itirazı olduğu söylenemezdi. Yine de en sonunda nefsine yenik düşüp ilk taşını bilerek kaybettiğinde ağzındaki karamel ve beyaz çikolatanın fazlasıyla uyumlu tadı ağzında erirken bir de zafer çığlığı koyuvermekten alamamıştı kendisini. İkilem ne fena şeydi öyle!
** Andy’nin eski arkadaşının gölgesi masalarına düştüğünde Pearl şaşırmıştı ama bu şaşkınlığı birazdan daha da artacaktı. Ne diyeceğini bilemiyordu Pearl, bir hayran?! Tamam belki bunun yıllar sonra bir müzik kariyeri olursa gerçekleşmesini hayal etmemiş değildi ama bu şekilde, fotoğraflarıyla olacağını hiç düşünmemişti. Pearl model ya da manken falan değildi ki?! “Ah, bu çok utanç verici.” Pearl’ün mahcubiyeti pek sahte sayılmazdı. Fotoğraflarının Andy’nin flickr hesabında yer aldığını gayet iyi biliyordu, kendisinin de pek bir şey eklemese de bir flickr hesabı vardı ve başta Andy’ninki olmak üzere birkaç sevdiği profili takip ediyordu. Ancak Andy’nin hesabını Pearl’ün fotoğrafları için takip eden birisi olabileceğini hiç düşünmemişti. Keşke hiç öğrenmeseydi. Hoş Parker muhtemelen sadece yakın arkadaşının yeni kız arkadaşına iltifat etmek istemişti ama yine de bu, olayı daha az utanç verici yapmıyordu. Andy’nin fotoğraflarına hayran kalması, devamlı övmesi Pearl’ün alışkın olduğu bir şey olsa da aynı şeyi başka birisinin yapması biraz yeni sayılırdı. Pearl tanımadığı birisinin önünde fazlaca şeffaf kaldığını düşünmüştü. “Hiç de değil, utanılacak bir şey yok Pearl. Gerçekten harikalar. Bu kadar fotojenik ve güzel birisine daha önce rastladım mı bilemiyorum ama şüpheliyim. Tabii işin sırrı fotoğraflarda değil modeldeymiş. Senden harika bir model olurdu ama eminim Andy seni kendisine saklamak ister.” Elindeki şişenin ucuyla hafifçe Andy’yi işaret etmişti, yüzünde ise muzip olarak adlandırılabilecek bir bakış vardı. Pearl ne söyleyeceğini bilemiyordu, hatta elini kolunu nereye koyacağını bile bilemiyordu. Kesin yüzü kıpkırmızı olmuştu ki bundan nefret ediyordu. Andy ise sadece omuz silkmekle yetinmişti, karşısında oturan adama baktığında bunu fark etti ama Pearl ona ilk attığı bakışta canının biraz sıkılmış olduğunu da görmüştü, belli belirsiz bir sıkkınlık vardı. Yine de tüm sevimliliğiyle kendisine bakıp da “Evet, Pearl zaten benim modelim ve harika bir iş çıkarıyor.” Dediğinde Pearl içindeki tüm yağların erimiş olabileceğini düşündü. Bu vıcık vıcık bir his değildi, hayranlık gibi de değildi. Hele bayık hiç değildi, sadece güzeldi. Herhalde Andy’nin keyfinin kaçtığı konusunda yanılmış olmalıydı, Andy kıskanç birisi sayılmazdı zaten ve ortada o kadar da kıskanılacak bir durum yoktu. Masalarındaki Andy’nin yıllar öncesinden bir arkadaşıydı ve kucaklaşmalarına bakılırsa gayet de samimilerdi. Aslında şimdiye kadar, Andy ile çıkmaya başlamadan önce falan onu görmemiş olmasına biraz şaşırmış olsa da sormak istemedi. Her iki yakın arkadaş dip dibe yaşamazdı değil mi, Colin ile olduğu kadar yakın olmadıkları belliydi zaten. Parker Andy’nin omzuna hafifçe vurmuştu kahkaha atarak. Pearl ise biraz da ortamın yumuşaması için, ama kesinlikle öncelikle konunun değişmesini istediği için dama tahtasındaki çikolataları karışık olarak avuçlayıp Parker’a uzattı. “Pearl! Oyunu…” Andy’nin şaşkın itirazını duymazlıktan geldi. “Biz de tam çikolata yiyorduk Andy’yle. Biraz ister misin?” Andy nefes nefese sözünü bitirdiğinde Pearl onun asıl şimdi yaşına göre biraz küçük davrandığını düşünmüştü, her zamankinden fazla olarak… “…bozdun!” “Andy…” Gözlerini devirdi. “Bunları yiyelim, söz veriyorum daha sonra tekrar oynayacağız. “ Gülerek ekledi. “Çikolatalar benden!” Göz devirme sırası Andy’deydi. “Peki, ben bir bira alacağım, bir şey içmek isteyen?” Parker elindeki şişeyi göstermişti, Pearl ise bir bira da kendisinin içebileceğini söylemişti. Andy Colin’e doğru yürürken Parker da Pearl’ün az önce kendisine uzatmış olduğu çikolatalara uzanıp bir tane bitter çikolata attı ağzına. “Sonunda tanışabildiğimize memnun oldum Pearl. Ee, anlat bakalım nasıl tanıştınız çatlak fotoğrafçımızla?” Pearl sırıttı, bir yandan göz ucuyla Colin’le kısa bir sohbete girişmiş olan Andy’nin sırtına bir bakış attı. “Onu zaten yıllardır tanıyorum. Uzun hikaye.” Parker’ı şaşırttığını görebiliyordu. Herkes şaşırıyordu, ikiliyi çıkmadan önce tanıyan tanımayan herkes… “Cidden, modellik yapmayı hiç düşünmedin mi?” Pearl gülümseyerek başını iki yana salladı. “Ben müzisyenim, yani okulum bitince öyle olacağım. Başka bir işe daha ihtiyacım yok. Hadi ama, Andy müthiş bir fotoğrafçı olabilir, ayaküstü birkaç pozu insanların gözünde mucizeye çevirebilir ama ben model olabileceğimi sanmıyorum.” Andy elinde iki bira şişesiyle masanın başında bitmişti, Pearl onun yaklaştığını fark etmediği için şaşırdı biraz. Kendi birasını Andy’nin elinden alıp yudumlarken o da arkadaşıyla şakalaşıyordu. “Boşuna uğraşma Parker, ilgileneceğini zannetmiyorum. Bu tür şeylerle işi olmaz onun. Daha şimdiden makinelerimden bıkmaya başladı bence.” Andy gülerek bunları söylerken biraz da olsa bozulduğunu hissetti Pearl. Andy farkında olmasa da biraz Pearl’ü ciddiye almıyordu. Sanki büyükler asla anlayamayacağı bir konudan bahsederken susması gereken bir çocuktu Pearl. Muhtemelen abartıyordu ama bir kadında bu tür duygular uyandığı zaman kurtulması zaman alırdı. Biraz daha bira içerek bir yandan da ayağıyla odayı dolduran kısık ama mükemmel bir fon müziği gibi gözüken şarkıya ritim tuttu belli belirsiz. “Ah, hadi ama. Çok büyük bir ziyan bu, nasıl olur da sonuçlarını gördükten sonra şikayet edebilirsin ki?” Pearl’e müthiş bir an nasıl mahvedilir diye sorulsaydı bugünden bahsederdi herhalde artık bundan sonra. Erkek arkadaşınızın hiç tanımadığınız arkadaşı gelir ve onun yanında sizi övgü yağmuruna tutup modellik yapmaya ikna etmeye çalışırsa. Başta utanç verici ama gurur okşayıcı olsa da zamanla sinir bozucu bir hal alabiliyordu, özellikle bu kadar yapışkan bir arkadaşsa bu. “Her neyse.” Diye başladı itiraz kabul etmez bir ses tonunda. Konu kesinlikle değişecekti. “Ben lavabodayım.” Ayağa kalktı, çantasını düzeltip koluna alırken Parker’ın Andy’ye yönelttiği neler yaptığıyla ilgili meslekî soruyla biraz olsun rahatladığını hissetmişti. En azından masaya döndüğünde konu tamamen değişmiş olabilirdi. Yanılmadığını umarak biraz nefes almak umuduyla bayanlar lavabosunun kapısını tıklattı.
|
|
|
Post by Dünya Valdeuk on Nov 21, 2010 1:39:28 GMT 3
Rütbeniz veriliyor.
|
|