|
Post by Dünya Valdeuk on May 26, 2011 16:44:14 GMT 3
Her dersin birer Eğitmeni, Okutmanı ve Asistanı olacaktır. (ideal düzen) Eğitmen alımları tamamlanmadan Okutman Alımlarına geçilmeyecektir. Alımlar hiyerarşik düzenin gerektirdiği şekilde yapılmaktadır. Dinler Tarihi Dünya Algebra Coğrafya Doğa Hakimiyeti Kriptoloji Simya Dans İletişim Yazım Tiyatro Enstruman Şarkı Söyleme Fotoğraf Tasarım Binicilik Tujuloo derslerine başvuru yapabilirsiniz. Hangi dersin, hangi sınıf ve binalarda okutulduğunu görmek için: chypieuxrpg.proboards.com/index.cgi?board=okul&action=display&thread=580&page=1Başvuru Formu; gerçek ad, rp deneyimi, istediği pozisyonlar (en az iki seçenek halinde), örnek rol oyunu bilgilerini içermelidir. Başvuranların karakter adları isim soyad formatında olmalıdır. Aksi durumlarda başvurular değerlendirilmeyecektir. Eğitmen alımları bitince okutman alımlarına başlanacaktır (sonra asistan alımları) Eğitmenler- Orion Rynkar Doğa Hakimiyeti Eğitmeni- Luthien Lidorn Algebra Eğitmeni- Daenerys Diamenthe Dans Eğitmeni- Vincent Marius Kriptoloji Eğitmeni- Amaryllis de la Mar Simya Eğitmeni- Heronia Lidorn Dünya Eğitmeni- Vilmos del Connor Coğrafya Eğitmeni- Everard Dreyfus Dinler Tarihi Eğitmeni- Isolde Geldof Tiyatro EðitmeniOkutmanlarAsistanlar
|
|
|
Post by Orion Rynkar on Jun 13, 2011 1:11:38 GMT 3
Orion Rynkar. Doğa Hakimiyeti Eğitmenliği. Örnek RP admine gönderildi.
|
|
|
Post by Luthien Lidorn on Jun 13, 2011 1:12:12 GMT 3
Hulde 3+ Algebra Eğitmenliği, Kriptoloji Eğitmenliği Yumuşak deri, elinin altında bir saten gibi kayarken; çürümüş olduğu apaçık ortada olan ipin üzerine damlatılmış muma odakladığı gözleri kısa bir süre için de olsa yerinden kopacakmış gibi görünen sarı sayfaları kolluyor, sanki gizli bir gücün gelip onları yok etmesini bekliyordu. Karmaşık el yazısıyla küçük kâğıtlara işlenmiş notlar kapağın altından fırlayacakmış gibi görünüyordu gözüne. Belki de açığa çıkartamadığı gizli bir merak mührü kopartıp tüm yaşadığı lanet olasıca olayların nedenini öğrenmesini iğneliyordu içten içe. Gözünün içine vurduğunun farkında olduğu, komodinin üstündeki şamdandan gelen cılız ışıklar, ruhunu esir almıştı bedeninden önce. Kendisiyle yüzleşmesi gereken yoğun geceye sürüklüyordu onu amansızca. Acımıyordu, acımaya da niyeti yoktu. Tüm günahları, melodramdaki gibi bir hızla çekiyordu onu varlığının orta noktasına, her defasında duyduğu katmerli acı şiddetini daha da attırarak ilerliyordu zonklayan şakaklarında. Basmakalıp cüppesinin altında, inleyerek uyandırıyordu yıllardır derin uykuda olan ruhunu. İnen o küçücük ter damlası yüreğindeki çatırtıları şiddetlendiriyordu gittikçe. İçinde bulunduğu bataklık daha da derine çekiyordu onu. O anda beynine hücum eden kanla birlikte yaşadığı adrenalin patlaması kaçınılmaz görünüyordu. Elinde sarsakça tuttuğu günceyi aynaya doğru fırlattığını ancak, duyduğu anlık çatırtıyla kavrayabilmişti. Yere düşen her ne ise cinnet geçiriyor olduğu ihtimalini ortadan kaldırmış görünüyordu. Ellerinin içine aldığı başını sabit bir noktaya odaklamaya çalışsa da kulaklarında duyduğu uğultunun şiddetiyle parmaklarını bastırdı artık temponun durmasını istediği şakaklarına. Neden bunca zaman sonra çıkıyordu acısı? Her şey yeterince kötüyken, o şirret kadının bir yerlerden çıkıp gelmesi, üstüne üstlük bir de başkasından hamile kalışı yeterince zordu; babasını kaybedişinin ardından. Hala ağzını açıp anne diyemiyordu, demek istemiyordu. Ona benzeyeceği korkusu içinde şiddetlenen bir alev oluştururken, çoktan yitirmiş oldu dinginlik duygusunun kalıntıları, sarmalamaya çalışıyordu etrafını; görünmez sis bulutu misali. Sam’i düşünmeye çalıştı sakinleşebilmek adına, yapması gereken en son şey olmasına karşın.. Olayları daha da körüklüyordu onu düşünmek. Az önce kıvrandıran acı şimdi ruhen bitiriyordu onu. Başka bir acı dalgası son hamlesini yapamadan yığıldı yatağa, genç görünümünün altında yatan bitik ruh bile dayanamamıştı buna. Normal olan kimse dayanamazdı zaten. Mum alevleri, hayatı gibi gri geliyordu artık gözüne. Kendini bilinmezliğe doğru bırakırken etrafı kaplayan karanlık, yok oluyormuş hissi veriyordu. Bataklık daha da çekiyordu genç cadıyı. Bilmediği bir yerlere…
Başına uygulanan ani basınç ile gözlerini açmaya çalışsa da gördüğü tek şey, yeniden karanlıktı. O bir tarafa, artık nefes dahi alamıyordu. Kulağına sürten kumaşı ve hafif kıkırdama sesini algılamasa ölüyor olduğuna yemin edebilirdi. İtelemeye çalıştığı yumuşak nesneden kurtulamayınca genizden gelen garip bir hırıltıyla konuşmaya çalıştı. “Eğer kafamın üstündeki yastığı bir an önce çekmezsen kendine kaçacak delik ara Issa! Kapana kısılmış gibiyim, çek şunu üstümd-” Sonunda nefes almayı başarması ve ilk soluyuşunda ciğerini yakan oksijen konuşmasını kesmişti aniden. Birkaç derin soluktan sonra o lanet olası kardeşin boğazına yapışmak için gözlerini açtı, durum o ki Issa’dan geriye kalan tek şey odada bulunduğu zaman zarfında soluduğu havaydı.
Doğrulmaya çalıştı, akşamki korkunç krizin etkileri kendini göstermemiş olsa da o anlara tekrar geri dönmek istemiyordu. Bakmamaya çalışsa da gözünün kaymasını engelleyemediği günce hala akşam fırlattığı yerde duruyordu. Odanın içerisinde volta atıp duruyorken ellerini tekrar şakaklarına bastırdı ve olanları unutmaya çalıştı. Güneşin doğuşundaydı doğanın ona verdiği değer, Eurydice’in güneşi asla doğmamıştı ki... Belki de umursaması gereken daha önemli şeyler vardı hayatında. Julie Annwyl Lovett’ın beklenmedik daveti gibi… Kenarlarındaki ağır işlemeler sanki olduğundan daha korkunç gösteriyordu karşısında bir put gibi dikildiği dolabı. Ne giymesi gerektiğini bilmiyordu. Bu apar topar davet ve kadının sesindeki garip tını bir şeylerin ters gittiğini işaret ediyor gibiydi. Hogwarts ile ilgili bir durum mu vardı? Ya da.. Lord? Temiz bir gömleği askısından çıkartıp kendi bluzunu sıyırırken ellerinin dokunduğu çıplak kolları adeta irkilmiş haldeydi. Sanki onun dokunduğu her şey yok olmalıymış gibi.. Kendini bu hale getiren o canavara duyduğu nefretin nasıl olup da bağımlılığa dönüştüğüne emin değildi. Belki de onu çeken bir şeyler vardı. Onunla olmasını sağlayacak bir şeyler.. Daha fazla kendini kaptırmamaya çalışıp gömleği üzerine geçirirken bir yandan da Ann’in davetindeki nedeni düşünmeye zorladı kendini. Yaz tatilinin ortasında onu bu derece etkileyen konunun ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Hızlı hazırlanmaya çalıştı, bekletmek istemiyordu. Aşağıya indiğinde o küçük farenin nerelerde olduğuna bakmadan gözünü masanın en baş sıralardaki simaya sabitledi. Ne zamandan beri hata yapanlar çabuk affediliyordu? Bırakın anne demeyi, ismiyle bile hitap etmek istemiyordu ona. Yokmuş gibi davranmak istiyordu, hiç var olmamış gibi.. Boş bir tanesini çekip, kendini bordo ve siyahın muhteşem uyumuyla işlenmiş sandalyeye bıraktı. Gözlerini içecekten ayırmadan bardakla oynuyordu. Ne içmeye ne de birileriyle konuşmaya ihtiyacı vardı. Özellikle onun olduğu masalarda.. “Eurydice, tatlım, yemekten sonra biraz ko-” Gözlerini çeşitli desenlerle oluşturulmuş kadehten uzaklaştırıp sesin sahibine götürürken kanındaki hareketlenmeyi hissedebiliyordu. Sanki gözlerinden alev çıkıyordu. Bu yüzden tamamlayamamıştı belki de cümlesini karşısındaki. Onunla konuşmak istemiyordu, yaşamak ta, yüzüne bakmak ta… Masadan aniden kalkışı ve bir şey söylemeden evden uzaklaşması belki çocukçaydı lakin haklı sebeplere sahipti. Zamanının büyük bir çoğunluğu kayıptı. Geri getirilemeyecek bir kayıp..
Malikânenin ziline bastığında içini kemiren bir duygu vardı hala. Güncenin içinde yazılanlar sanki kötü huylu bir hastalıkmışçasına yiyordu onu. Ann’in davetindeki sebebi de merak etmiyor değildi. Kendisine kapıyı açan yaşlı ev cinine bakıp hafifçe kaşlarını kaldırdı ve onun eşliğinde bahçeye doğru yürüdü. Bir yandan da malikâneyi incelemeye çabalıyordu. Merak duygusuna esir olmuş gibiydi ki bu yolun sonuna geldiklerinin bile farkına varmamasına sebep olmuştu. Yüzüne çarpan ışıkla toparlanıp uzun zamandır göremediği arkadaşını başıyla selamladı. Ona doğru gidiyordu ki Ann’in ani tökezleyişiyle kollarını çabucak uzatıverdi. Huh, en azından güne kazasız başlamak istiyordu. Kendi tökezleyişine gülen kadına bakıp hafifçe sırıttı ve genelde alışık olmadığı tarzda, kelimeler fısıldaşarak çıktı dudaklarından. “Seni gördüğüme sevindim. En son gördüğümde denge sorunları yaşamıyor gibiydin.” Sırıtışına engel olamadı ve kısa bir süre içinde o da yüzünden kayboldu. Tekrar konuşmaya başlamadan önce kendine birkaç saniye verdi. Tekrar nefesini verdiğinde etrafa bakınıp fısıldadı. “Umarım sıkıntı çekmiyorsun Ann? Kötü bir şeyler yok değil mi?”
|
|
|
Post by Dünya Valdeuk on Jun 13, 2011 1:23:41 GMT 3
Rütbeleriniz verilmiştir.
|
|
|
Post by Daenerys Diamenthe on Jun 13, 2011 2:06:12 GMT 3
|
|
|
Post by Dünya Valdeuk on Jun 13, 2011 2:06:57 GMT 3
Dans, keyifli RP'ler.
|
|
|
Post by Vincent Marius on Jun 13, 2011 16:10:51 GMT 3
Öykü 5+ Kriptoloji, Dünya Admine gönderilmiºtir.
|
|
|
Post by Dünya Valdeuk on Jun 13, 2011 16:17:19 GMT 3
Rütbeniz veriliyor.
|
|
|
Post by Amaryllis de la Mar on Jun 13, 2011 16:18:24 GMT 3
Ruya 4+ Simya, Cografya Admine gonderilmistir
|
|
|
Post by Dünya Valdeuk on Jun 13, 2011 16:24:50 GMT 3
Rütbeniz veriliyor.
|
|
|
Post by Heronia Lidorn on Jun 14, 2011 15:56:57 GMT 3
Deniz 4+ Dünya, Coğrafya Gönderildi.
|
|
|
Post by Dünya Valdeuk on Jun 14, 2011 15:57:16 GMT 3
Rütbeniz veriliyor.
|
|
Everard Dreyfus
Dinler Tarihi Eğitmeni
Religions are too mainstream.
Posts: 81
|
Post by Everard Dreyfus on Jul 23, 2011 18:11:00 GMT 3
Barış, beş yıldan fazla. Dinler Tarihi. Gün son derece sıradan başlamıştı. Sağda solda halledilmesi gereken evrak işleri, azarlanması gereken çaylaklar, denetlenen daireler, seherbaz görevlerinin onaylanması... Her gün karşılaştığım işlerdi bunlar ve hepsi kontrolüm altındaydı. Ancak az sonra gerçek olmasına hiç ihtimal veremeyeceğim şeylerin kanıtlarıyla karşılaşacaktım. Bundan habersiz bir şekilde her sabahki gibi ofisime geçmiş, evrak çantamı masamın üzerine koymuştum ki henüz loş olan odada, arkamda bir yerde mavi bir ışık parıldadı, bir patronus. Sağ elim asamın üzerinde vücudumu patronusa çevirdim. Işığın şiddetinden gözlerim kamaşmıştı, hayvanın ne olduğunu göremiyordum; ancak ağzını araladığında konuşan bariton, her zamankinin aksine cansız sesin sahibini hemen tanıdım, Sihir Bakanı Nichoals T. Carter. Bakan her ne yapıyorsam bırakmamı, acilen kendisini görmeye gelmemi istiyordu. Sesinin çatlamasından anladığım kadarıyla önemli bir şey olmuştu, asla beklememesi gereken bir şey. Hızlı adımlarla odamdan çıkıp katiplerin bir şeyler karaladığı koridorları arşınlamaya başladım. Bakanın odasıyla benimki aynı salona açılan kapılardan oluşan tek bir hat üzerindeydi. Ölçüldüğünde on beş metreden daha fazla olmayan bu uzaklık, adamın yorgun sesini duyduktan sonra adımlarımı ne kadar hızlı atarsam atayım millerce uzunluktaki gibi geliyordu. Arkamdan gelen bir kadın birkaç ufak belge işi için imza istiyordu; ancak kafam o kadar karışmıştı ki kadının adını bile hatırlayamayarak onu başımdan savdım. Bordo rengi halı üzerinde ilerlerken ardımda meraklı gözlerle izleyen bir bakanlık görevlisi güruhu bıraktığımda bakanın ofisine nihayet varabilmiştim. Sekretere sadece göz kontağıyla ufak bir selam verip üzerinde altın yaldızlarla bakanlık arması işlenmiş ve kısa harflerle Sihir Bakanı NICHOLAS T. CARTER yazan siyah meşe kapının önünde dikildim. Derin bir nefes aldım, sağ elimi kaldırdım ve kapıyı üç kez tıklattım. Aldığım onayın ardından kapı tokmağını avuçlayarak içeri girdim. Cüppem hafifçe dalgalanarak bakanın masasının önüne kadar gelip “Buyrun Bakanım?” dedim. Adam eliyle masanın önündeki koltuklardan birini işaret etti, oturdum. Anlaşılan oturmamı gerektirecek kadar uzun sürecek ve ciddiyeti tartışılamayacak bir mesele mevzubahisti.
Bakan önündeki evraklarla birkaç saniye boyunca uğraşırken, onu inceleme şansım oldu. Gözlerinin altı kararmıştı, göz yuvaları küçülmüş, gözlerinin akındaki kılcal damarlar belirginleşmişti. Cüppesi hemen yanımdaki diğer bir koltuğa gelişigüzel şekilde bırakılmıştı. Feci halde kırışmış beyaz gömleğinin kolları dirseğine kadar çekilmiş, yer yer kırlaşan saçları dağılmıştı. Öyle görünüyordu ki Bakan, gecesini ofisinde geçirmişti. “Belfast Tılsımı Efsanesi'nin ne olduğunu biliyor musun Magnus?” Tabii ki biliyordum! Küçük yaşlarından beri her büyücü yahut cadıyı eğlendirmek için anlatılan bir muggle hikayesinden ibaretti. Oldukça nadir görünen hafif gülümsememle cevap verdim. “Elbette, Bakanım, ama bu safkan düşkünlüğü olanların kendilerini eğlendirmek için uydurdukları bir hikayeden ibaret. Gerçek olmasının imkanı yok.” Burnumdan verdiğim soluğa yüzümdeki ironik bir ifade eşlik ediyordu. Rahatlamıştım. Belfast Tılsımı demek. Diğer yandan, Bakan asla bu derece gülünç bir şeyi ciddiye alacak biri olmamıştı. Yüzündeki ifadenin gevşemediğini görünce gerildim ve sordum. “Değil mi?” Açıkçası bu tarz konularda -sihrin sınırları, kimlere gücün bahşedildiği, kimlerin onu nasıl kullanabileceği ve kimlerin kullanamayacağı- kolay ikna olabilen bir yapım yok. Ancak Bakanın bezgin soluğu eşliğinde arkasına yaslanarak ciddi ifadesini bozmaması ikna etmemi sağlayacak ilk adımı atmam için yeterli olmuştu. Adamın zayıf sesi konuştu. “Ne yazık ki bu sefer gülüp geçebileceğimiz bir şey değil. Dün gece geç saatlerde Kensington'da gerçekleşen olaydan haberin olmuştur, bir cinayet. Öldürülen kişi Mr Lockwood idi. Sıradışı çalışmalarıyla tanınan biri. Ancak son yirmi yıldır pek gün yüzüne çıkmamayı tercih etti. Çünkü,” Yüzünü buruştup işaret parmaklarıyla şakaklarını ovalamaya başlamıştı. “çünkü Mr Lockwood Belfas Tılsımı üzerinde çalışıyordu ve onu efsane olmaktan çıkarmıştı.” Her ne kadar ona gönülden inanmayı istesem de yüzümdeki kuşkuculuğu gören Bakan devam etti. “Sıradan bir cinayet gibi görünen bu olaya el koyamaya gidenler böyle bir şeyin gerçek olamayacğını düşündüklerinden üzerinde duymamışlar. Ancak ben duyar duymaz anladım. Bir de bunu bulmuşlar.” Eliyle bir kağıt parçasını bana doğru uzatmıştı. Şaşkınca, bunun gerçek olamayacağını haykıran yüzlerce yıllık mantığımı bastırıp altı çizili pasajları okumaya başlarken, bir yandan da bakanı dinliyordum. “Mr Lockwood'un günlüğünden birkaç cümle. Günlüğün aslını bulamadık, bu sadece kendisi için çıkardığı kopyalardan biri.”
[/i][/ul] Şaşkınlığım hala üzerimde, bir elimdeki dehşet verici kağıda, bir de bakanın yüzüne bakıyordum. “Bu... bu gerçek olamaz! Bir muggle, n-nasıl bir büyücüye? İmkansız!” Bakanın gergin yüzüne hafif bir sinir ifadesi hakim olmuştu. “Ama oldu Magnus! Bu adam, Lockwood, Lysander Morpheus'un adamları tarafından öldürüldü. Üzerinde çalıştığı, tılsımı gerçekleştirdiği ve adının Joe olduğundan başka hakkında hiçbir şey bilmediğimiz 'Muggle' ise firari. Şu an için onu Morpheus'tan önce bulmaktan başka umudumuz yok.” Bakan oturduğu makam koltuğunda dik duruyordu. “Dinle Magnus, bu işi kimse duymadan halletmelisin. Hele ki içimizde bir casusun olduğundan emin olduğumuz şu günlerde Bakanlıktan veya Lunar Society'den bile hiçkimsenin haberi olmamalı. Şu an için bilen yalnız üç kişiyiz. Hemen bugün, Lunar Society'nin üst düzey beş üyesini alarma geçir, acil bir toplantı yap ve şu Joe denen adamı bulun. Yoksa oluşacak galeyanın önünde ben bile duramam.” Yüzümde oluşan ifade onu tamamen inandığıma ve hazır olduğuma ikna etmiş olacak ki “Bakanlıktaki görevlerinden bu iş bitinceye kadar azat edildin. Şimdi çık ve ne gerekiyorsa yap!” dedi. Elimde bana uzattığı bir başka dosyayla ayağa kalktım, Atriyum'a bakan penceresinin önünde olanca haşmetiyle duran bakana hafifçe selam verdim ve geldiğim hızla ofisi terk ettim.
Kendi ofisime vardığımda meraklı gözlerin beni izlediğinin farkındaydım. Hemen evrak çantamı alıp bugün hiç kullanmadığım -ve gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda bir süre daha kullanmayacağım- ofisimden çıkarak Atriyuma indim. Gözüm kimseyi görmüyordu. Şahit olduğum onca durumun arasında Bakanlık bu kez gerçekten de bir felaketin eşiğindeydi ve bunu engellemek gerçekten zor olacaktı. Elimde sıkıca tuttuğum dosya ve evrak çantamla şöminelerin birine girerken, kafamda milyonlarca düşünce durumun içinden nasıl sıyrılabileceğimizi, kimleri alarma geçirmem gerektiğini ve ne yapacağımızı tartışıyordu. Yeşil alevler etrafımı sararken durağımın The Lunar House olacağı kesindi. [/size]
|
|
|
Post by Luthien Lidorn on Jul 23, 2011 18:12:53 GMT 3
Rütbeniz verildi. İyi RP'ler..
|
|