Post by Dünya Valdeuk on Nov 15, 2010 21:57:12 GMT 3
- Kurgu -
Dünyanın nabzı yavaşladı.
Güneş bir yangın topu gibi kavururken gezegenin her bir tarafını, seller ve yangınlar milyarlarca insanın canını aldı. Açlık, susuzluk insanlığı ele geçirdi. Uzunca bir süredir yüzde birlik kesim dışında kalan herkes sefalet içinde yaşam mücadelesi veriyor. Birçok hayvan türünün nesli tükendi. Son, çok yakında ve gizliden gizliye değil, bağıra çağıra geliyor.
*
‘(…) Hepinizin bildiği üzere bu eldeki tüm teknoloji kullanılarak hazırlanmış, ciddi bir proje. Şimdiye kadar basına veya proje dışında kalanlara sızdırılan bir bilgi olmadığı için herkese teşekkür ederim. Dünyadan kalkış önceden de belirtildiği gibi yarın gece olacak, bir erteleme söz konusu değil. Kalkış saatinde daha önce gidilen yerde hazır olmanız gerekmekte, Fugia buradan yola çıkacak. Hepimize iyi şanslar arkadaşlar.’
*
Fugia, yıllarca titizlikle yürütülmüş bir kaçış projesiydi. Çeşitli araştırmalar ve yaşanan felaketler dünyanın bir sona yaklaştığının kesin habercisiydi. Konunun uzmanları bir kaçış yolu bulunması gerektiğini söylerken, ülkeler bunun için temasa geçmişti bile. Ancak insanlığın sadece belli bir kesimi ‘iyi’ diye nitelendirilebilecek şekilde yaşıyordu ve çoğu ülkenin bu projeyi karşılayacak maddi durumu yoktu.
Bu projenin açıktan yürütülemeyeceği anlaşılınca, gizlice hareket edilerek projeye katkıda bulunacak insanlar seçildi. Bir üste uzunca süre dünya dışında yaşam olan bir gezegen arandı, bu sırada da Fugia ismindeki uzay mekiğinin yapımına başlandı. Mekik uzun soluklu bir projeydi ve hiçbir detay atlanmamaya çalışılarak inşa ediliyordu. Ancak sorun yaşanacak yeni bir gezegen bulamamaktı.
Mekiğin yapılma aşamasında projede aktif olarak rol almasa da yolculuğa katılacak insanlar seçilmeye başlandı. Projenin başındaki kişiler toplanarak nasıl bir sistem oluşturabileceklerini tartıştılar. Büyük bir kaçış söz konusuydu ve seçtikleri kişilerin güvenilir, kimseye bilgi sızdırmayacak insanlar olması gerekiyordu. Öncelikle, her insan ırkından belirli sayıda kişi alma kararı verildi, böylece ‘insan’ın devamlılığı sağlanacaktı. Diğer yandan bunun için gönüllü olabilecek milyarlarca kişi arasında bir eleme yapabilmeleri için, maddi durumu ve statüsü belli bir noktada olanlar arasında bir seçim yapacaklarını belirlediler ve işe başladılar. Belirledikleri kişilerle irtibata geçerek antlaşma şartlarını ve projenin detaylarını anlattılar. Artık gerekli olan sadece bulunacak yeni dünyaydı.
Mekik tamamlandıktan sonra bir süre sıkıntılı geçti, çünkü yolculuk için gerekli olan her şey hazır olmasına rağmen varış yeri hala bilinmiyordu ve kısıtlı bir zamanları kaldığı aşikârdı. Uzmanlar çalışmalarına hız verdiler ve bu konuda yeterli olan birkaç kişiyi yaşam olabileceğine inandıkları bir gezegene gönderdiler. Ancak hiçbiri geri dönemedi ve bu deneme de herkeste büyük hüsran yarattı.
Zamanın gittikçe daralması, onları başka bir çözüme doğru sürüklüyordu: Sonunu bilmedikleri bir yolculuğa evet demek. Başlangıçta bu plana karşı çıkanlar çoğunlukta olsa da yapacak başka şeyleri yoktu. Ya kalıp ölecek, ya da gidip yaşamak için savaşacaklardı.
Kalkış tarihi ve yeri hızla belirlendi, uçuşun provası yapıldı. En küçük bir detayın bile atlanmaması için yoğun çaba gösteriliyordu. Sonunda büyük gün geldi ve projeye dâhil olan beş yüzden fazla insan mekikteki yerini aldı. Fugia kalkmadan önce, hepsi dönüp arkalarına son bir kez baktı.
Onlar dünyanın son soluklarıydı.
*
Fugia Projesi’nde yer alanlar içlerinde bir umut beslese de, herbiri ‘kötü’ olan ihtimalin gerçekleşeceğine inanıyordu için için. Bu yolu çaresizlikten tercih etmişlerdi ve bu kararı verdikleri o an, dünyada kalıp ölmeye razı olmaktansa bu yolculuğa çıkmak onlar için daha mantıklı gelmişti. Oysa şimdi bu sonu belli olmayan kaçış onların gözünde komik bir çabalayıştan ibaretti.
Ancak hiçbir şey bekledikleri gibi olmadı.
*
‘Hey! Biri bize nerede olduğumuzu açıklayacak mı acaba?’
Üzerinde altından koca koca toplar taşıyan bodur çalılıkların, daha önce hiç görmedikleri rengârenk çiçeklerin, tuhaf – evet, onları tanımlayacak en iyi kelime buydu – yaratıkların bulunduğu, biraz ötesinden kıvrımlı, taş bir yolun geçtiği bir yerdeydiler. Çoğu gördüklerinin etkisinde, konuşamıyordu bile; bazısı ağaçları, yaratıkları incelerken, bazısı da olan biteni anlamaya çalışıyordu.
‘Ne olduğunu kimse bilmiyor, Eth. Yalnızca tahmin edebiliriz… Bunun en mantıklı açıklaması bir solucan deliğinden geçmiş olduğumuz. Başka bir ihtimal gelmiyor aklıma.’
‘Solucan deliği de ne demek?’ diye bağırdı bir başkası.
‘Eğer bir kara deliğe düşmüşsek, çok şanslıymışız demek. Solucan deliği o kara deliği bir başkasına bağlıyormuş zannedersem… Bizim neler olduğunu bile fark edemediğimiz bir zaman diliminde buraya seyahat etmiş olduk.’
Gülmeye başladılar, kurtulmuşlardı, kurtulmuşlardı, kurtulmuşlardı! Yan tarafta, hızla zemine çarpsa de birkaç yeri dışında yara almayan mekikleri duruyordu. İçeri girerek çantalarını ve gerekli olan eşyalarını toparlayarak koruluğun devamındaki yoldan yürümeye başladılar.
*
Fazla değil, biraz yürüdükten sonra, yolun sonuna geldiler. Hiçbiri tek kelime edemiyordu, böyle bir şey nasıl, nasıl olabilirdi? Ayaklarının altında bir dünya seriliydi, yeni bir dünya.
Koruluk, gördükleri binaların da üstünde kalıyordu, birkaç adım daha atınca, aşağı inen gümüş merdivenlerle karşılaştılar. O kadar şaşkındılar ki ne yapacaklarını bile bilemiyorlardı. Önde duran birkaç kişi, birkaç basamak indiklerinde merdivenin hareket etmeye başladığını fark ettiler. Her öğrendikleriyle daha da büyüleniyorlardı, galiba burası onların dünyasından çok, çok farklıydı.
Sırayla basamaklara oturarak aşağı inişi sağladılar. Sonunda asıl yerdelerdi ve herbiri nasıl canlılarla karşılaşacağının merakı içindeydi. Önce durup ne yapmaları gerektiğini düşündüler, bu kadar kalabalık bir şekilde nasıl özelliklere sahip olduklarını bilmedikleri canlılarla görüşmeye gidemezlerdi. İçlerinden birkaç sözcü seçildi. Geri kalanlar korunun altında kalan minik bölümde bekleyecekti.
*
Sözcüler geri döndüklerinde oldukça keyifli görünüyorlardı. Uzun bir soru yağmuruna tutuldular, herkes şaşkın ve meraklıydı.
‘Sakin olun arkadaşlar, her şeyi açıklayacağız! İlk olarak uzaylı dediklerimiz bizden farksızlar, en azından görüntü olarak en ufak bir farkımız bile yok. Yalnızca dillerimiz farklı, anlaşmakta oldukça güçlük çektik. Girdiğimiz bina tam karşıdaki, tepesinden kalabalığı gördüklerinde neler olup bittiği biraz anlaşıldı sanırım. Bize buraya geri dönmemizi, kendilerinin de geç olmadan geleceklerini işaret ettiler.’
Kalabalığı bir heyecan dalgası sardı, artık herkes arkalarında bıraktıklarını unutmuştu; sevdiklerini, sevmediklerini… Yeni başlangıçlar vardı önlerinde, tarihi başlangıçlar…
*
Fakat ne bekledikleri, ne de istedikleri gibi gelişti olaylar. Gezegen sakinleri başta hepsine oldukça nazik davrandı ve onları gruplara ayırarak çeşitli binalara yerleştirdi. Gezegen hakkında gittikçe daha çok bilgi sahibi oluyorlardı. Chypieux’lülerin belirlediği bir sözcü ile karşılıklı anlaşma yolları geliştirmeye çalışıyor, yavaş da olsa, onların dilindeki belli başlı sözcükleri öğreniyorlardı.
Hızla geçen birkaç günün ardından, insanlara ellerini kollarını sallaya sallaya orada yaşayamayacakları, eğer Chypieux içinde soylarını devam ettirmek istiyorlarsa bazı şartları kabul etmeleri gerektiği söylendi. İnsanlar gruplara ayrılacak ve mineral ve maden çıkarmak üzere maden ocaklarında, hizmetçi olarak evlerde çalışacaklar ve bir gezegenli kadar maaş alamayacaklardı. Hizmetli olarak çalışanlara bir ev verilmeyecek, diğer işçilere farklı yerlerde küçük evler temin edilecekti.
İnsanların ‘evet’ demekten başka çareleri yoktu, tereddüt etmeden kabul ettiler teklifi. Ondan sonrası Chypieux’lülere aitti. İş dağılımı yapıldı ve hepsi gezegenin belirli yerlerine dağıtıldı.
Belli bir zaman diliminden sonra onların da anladıkları gibi, burada yaşamak zannettikleri gibi pek de kolay olmayacaktı; hele dünyada yaşam kalitesi yüksek olan kişiler oldukları düşünülürse. Chy’ler başlangıçtaki gibi nazik değillerdi, çok düşük ücretlerle kötü işlerde çalışıyorlar ve sevilmiyorlardı. Çoğu mekâna girme izinleri yoktu, zaten gitmeye de pek vakitleri yoktu.
Ne sayıları, ne de güçleri karşı koymaya yeterdi. Bu yüzden ses çıkarmadan, düzeni benimseyerek ne gerekiyorsa onu yaptılar, yaşadılar ve öldüler. Geride dünyayı sadece anlatılanlarla bilen bir nesil bıraktılar.